Makale : Oyun Eleştirisi : Sahnelerimizden: İlle de Güldürmeli mi?
İlle de Güldürmeli mi?
Geçtiğimiz yıl Kent Oyuncuları’ndan gördüğüm Martı oyunuyla dikkatimi çekti bu eğilim. Ardından Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı Mııtlu Son'u seyrettik İstanbul'da; aynı nokta daha çok düşündürmeye başladı beni. Derken bu yıl Ankara sahnelerinde oynanan Devlet Tiyatrosu yapımı III. Richard üstüne Ayşegül Yüksel'in yazdıkları düşündüklerimi iyice pekiştirdi, AST'ın Yobaz'ına tanık olduktan sonra da yazma gereksinimi duydum bunları.
Konu şu: Türleri ne denli değişik olursa olsun, dört oyunda da ciddi bir "komedileştirme" daha doğrusu "komikleştirme" çabası sezilmekteydi. Trajik olanla omuz omuza giden sahneler harcanmakta; dilde olsun, yaratılan durumlarda olsun, kendi hayatımızdan bir şeylerin yaşandığını bizlere duyumsatan öğelerin çoğu güldürme uğruna bir yana bırakılmaktaydı. Tüm ayrıntılarıyla insanlık komedyasını işleyen söz konusu yapıtların sahnelemelerinde, komedyayı öne çıkartayım derken, insanı insan yapan çelişkiler, zayıflıklar, yanılgılar ya geri planda kalmakta, ya da bütünüyle yok edilmekte.
Çehov oyunlarında her şey bir günbatımı ışığında anlatılır. Her yönüyle ironi üstüne kurulmuştur onun dünyası. Çehov'un kırılgan kişileri bizi en duyarlı tellerimize dokunarak güldürürler ki kahkaha değil, ironinin getirdiği buruk bir gülüştür bu. Çehov oyunlarında söylenenden çok söylenmeyendir geçerli olan. Suskunluklar konuşmalardan daha çok şey ifade eder. Çehov kişileri iç dünyaları ile içine bir türlü giremedikleri, daha doğrusu yaşamayı beceremedikleri dış dünyayla sürekli olarak çatışır. İç ve dış dünya arasında yaşanan gelgitler, dilin kullanımı, yaratılan atmosferle birlikte yapıtların lirizmini oluşturur. Çehov, kişilerini şiirsel bir dünyaya yerleştirmiştir. Onlara yaklaşırken duygusallığa düşmediği gibi komik öğelerden de özenle kaçınır. Üç Kızkardeş' i "drama", Vanya Dayı'yı "taşra yaşamından sahneler", Vişne Bahçesi ile Martı’yı "komedi" olarak nitelemesinin nedeni bunları döneminin içi boşaltılmış, gözü yaşlı ve ağdalı tragedya anlayışından korumaktır. Ama bu Vişne Bahçes’ nin bir vodvil, Martı’nin da komedi olarak sahnelenmesi anlamına gelmemeliydi. Güldürü öğelerinin üstüne gitmek, ister oyunculukla ister kimi durumlar yaratarak bunların altını çizmek, Martı yapısındaki bir oyunun temelinde yatan ironinin yitmesine neden olurken oyunun lirizmini de zedelemişti.
Ele aldığı oyunun ironisiyle yetinmeyen bir başka çalışma da Mutlu Son'du. Yaratıcılarının ustalıkla kullandıkları ironiyle karışık kara mizah öğeleri, özellikle oyunculuk düzleminde, neredeyse kaba güldürüye, komiklik yapmaya dönüşmekte, bu da en çok oyunun mutlu sonunun içerdiği ince alayı örtmekteydi.
Kutsal Ordu ile gangsterlerin yeri olan bodrumda geçen oyun Kötü’yle İyi'nin savaşımını ele alır ve "İyi savaşı kazanır"la sona erer. Gangsterlerle Kutsal Ordu neferlerinin yani, yönetmenin deyişiyle, zorbalarla yobazların dünyasını buluşturan yapıt, görünüşte birbirlerinin tam karşıtı gibi duran bu iki kesim arasındaki o incecik çizgiyi koyar ortaya. Bununla da yetinmez, diyalektik bir dönüşümle zorbaların nasıl yobaz, yobazların da zorba olabileceklerini gösterir. Oyunun adından da anlaşılacağı gibi Mutlu Son bütünüyle ironik bir yapıttır. Buradaki ironi Martı'ya göre daha çok dışa vurulmuştur ama parodi değildir, hele karikatürleşmeyi hiç kaldıramaz. Martı'daki, deyim yerindeyse, içselleştirilmiş ironi komedi öğelerine ağırlık verilmesiyle nasıl silinmişse, Mutlu Son'daki durum bunun tam tersi olmuş, daha dışa dönük olan ironi giderek parodileştirilmiş. Bunun sonucu olarak da, Brecht'in damgasını vurduğu oyunlarda görülen siyasal gülüş, yerini parodilere, gülünç durumlara gülen kahkahalara bırakmıştır.
Mutlu Son'da güldürünün yüzeyde değil, derinliğine verilmesi gerekirdi. Oyunun bir güldürü havasına sokulmaması onun güldürü öğelerini yok etmez, tersine güçlendirir, daha etkili kılardı. Ayrıca, kişiler de gülünçlüğü yüklenmek durumunda değillerdi çünkü derinlik onların gülünç olmayışlarında yatmaktaydı.
İronik bir mutlu sonla biten bir oyun da (ironik olmayan bir mutlu son var mı ki?...) Moliére'in ünlü Tartuffe’üdür. AST Yobaz adıyla uyarladı oyunu ama özgün yapıt ile uyarlaması arasındaki tek ortak nokta konularının benzerliğiydi. Klasik komedya sanatının özünün Gülünç Olan'dan Kusur'a doğru giren bir yol izlediği -ki Moliére'de çok belirgindir bu- yani ana hedefin güldürmekten çok kusuru ortaya koymak olduğu atlanmamış olsaydı, Yobaz amacına biraz daha yaklaşabilirdi. Seyrettiğimiz gösteride bunun tam tersi yapılmakta, taklit düzeyinde kalan gülünçlükle yetinilmekte, kusur geçiştirilmekteydi. Yine aynı bağlamda can sıkan bir başka nokta da, Tartuffe'ün trajikomik bir yapıt olduğunun göz ardı edilmesiydi. Oysa komedya ile tragedya arasında gidip gelir oyun; konu trajiktir, kişilerin hareketleri (jestleri) komiktir. Yobaz oyununu oluştururken Moliére'in bu yanı da gözetilmeli, gülünç görünenin ardında yatan tüm boyutlarıyla irdelenmeliydi, hele bizimki gibi bir toplumda...
Bir başka önemli sorun da oyunun mutlu sonuna bulunan çözüm: İşin iyice çatallaştığı, içinden çıkılmaz bir duruma girdiği noktada Moliére tepeden inme bir çözüm bularak kralı sokar devreye, adalet anında sağlanır. Böylece yazar hem koruyucusu olan krala yaranmış olur hem de "Gör de inanma" ya da "Size nasıl geliyorsa öyledir" der gibi ironik bir konumda baş başa bırakır seyircisini; bulduğu çözümün gerçekçiliğiyle sinsice alay eder. Yobaz’da ise evin tüm sorunlarını çözen çok becerikli hizmetçi aileyi yıkımın eşiğine getiren Yobaz'ı arkasından kavradığı gibi "gecekondusunun" büyük anahtarını tabancaymış gibi sırtına dayayarak zorla bir kağıdı imzalatır! Yani kaba güçle, tehditle, ciddi bir biçimde çözülür sorun ama hiç inandırıcı olamaz. Yobaz oyunundaki tüm sahne öğelerinin yalnızca bir taklit öğesine dönüştürülmeleri, bunun uzantısı olarak yaratılan yapay durumlar ve getirilen çözümler, yaşanılan ortam ve tarihle kurulan ilişkinin eğlenceli bir seyirlik oyundan öteye gidememesine neden olmaktadır. Her şeyin giderek bir seyirliğe dönüştüğü bir topluma öneriler sunma misyonunu yüklenmiş bir topluluk için oldukça çelişkili bir tutumdur bu.
Ayşegül Yüksel'in Shakespeare'in III. Richard'ıyla ilgili yazısına bakılacak olursa, bir melodram olan oyunun temel sorunu başkişinin "gülünçleştirilmesi"nde yatmakta. Yönetmen, "Richard karakterinin ürkütücülüğünü, onu çekici kılan parlak özelliklerini ön düzeye çıkararak sergilemek yerine, başkişiyi bir karikatüre dönüştürmüştür." Bununla da yetinilmemiş, öteki karakterlerin çoğu "aptal kuklalar" olarak sahneye yansıtılmış, araya da birtakım komik sahneler serpiştirilmiş.
Asıl sorun şu gibi geliyor bana: Nasıl ki yeni bir oyunu sahneye koymak, ya da klasik veya eski bir oyunu yeniden gündeme getirmek isteyen yönetmenin, seçmiş olduğu oyunun özünü doğru saptaması gerekiyorsa, bir oyunun güldürmesine karar verildiğinde ve de yine aynı bağlamda, bu yaklaşım "sağlam bir düşünsel temele oturtulmalı". Bir yapıtı yeniden yorumlama, kullanma ya da onu özgün bir biçemle uyarlama, kurulacak yeni dengenin gerektirdiği kapsamlı bir dramaturgi çalışması ister. Çetin bir iştir bu, zorlayabilir çünkü, ne yaparsanız yapın, özüne dokunulan metin kendine biçilen kılıfı benimsemezse direnir, reddeder onu. Yine de, her şeye karşın giydirirseniz onu, bu kez seyirciyi bekler metin, öcünü onun önünde alır.


  • OYUN ADI:
    Martı, Mutlu Son, III. Richard, Yobaz
  • TOPLULUK ADI:
    Kent Oyuncuları, Ankara Devlet Tiyatrosu, AST
  • YAZAR:
    Çehov, Brecht, Shakespeare, Moliere
  • YAYIN ADI:
    Radikal İki
  • YAYIN TARİHİ :
    2 Ocak 2000
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,