Makale : Oyun Eleştirisi : Sahnelerimizden: Ruhlar Ölür Önce, Bedenler Kalır
Ruhlar Ölür Önce, Bedenler Kalır
Bir diskoteğin (Roxy) insana terk edilmişlik duygusu veren boş uzamı. Loş ışıkta daha da kasvetli duran duvarlar, dipte birkaç basamakla çıkılan bir yükselti, önünde tutunmaya yarayan madeni bir boru… Bir de sağdaki beyaz, soğuk büyük beyaz projeksiyon perdesi. Bilsak Tiyatro, İngiliz yazar Edward Bond’un “Savaş Oyunları” adlı üçlemesinin ilkini bu ortam içinde oynuyor seyircisine.
Edward Bond, tiyatro tarihçilerine göre Antonin Artaud’nun başlattığı “Vahşet Tiyatrosu”nun (Théatre de la Cruauté) -Genet’yle birlikte-  başı çeken yazarlarından. Oyunlarının çok sert ve sarsıcı olmasıyla ünlü Bond, hemen hemen her oyununda şiddeti getirir sahneye, sınıf ayrımı yapmaksızın, toplumdaki her türlü kesitin şiddetini. Öyle ki sahne insanların soğukkanlılıkla birbirlerini boğazladığı, yok ettiği bir alana dönüşür. Bir İngiliz eleştirmenin dediği gibi, onun yapıtlarında şiddet “neredeyse yemek kadar doğal bir olgudur.” Bond’a göre gerçek tehlike siyasette, dinde, teknolojide, sanayide ve  “uygarlaşma” yolunda insanın içgüdülerini çarpıtan her şeyde vardır. “Ruhlar ölür önce, bedenler kalır.”
İçinde yaşadığımız toplumu öyle keskin bir gözle aktarır ki yazar, seyirci, doğduğundan beri ona sunulan düşüncelerin, değer yargılarının, düzenlenmiş yaşamın tutsağı hisseder kendini, kandırılmışlık duygusu yaşar. Ve sahnede gösterilenler giderek şiddet öğelerine dönüşürler. İnsan insanı yok etmektedir artık, ama aslında insan kendini yok etmektedir. Ne ki yer yer gelip geçen bir umut ışığı da yakılmadan edilmez bu kara tiyatroda; küçücük, ancak görmesini bilen bir bakışın yakalayabileceği, belli belirsiz, bir parıltı… Amaç, seyirciyi içine iyice kapandığı kabuğundan, o küçücük, kendini güvencede sandığı dünyasından çıkarıp çevresindeki görüntülerin ardında yatan gerçekleri –yazarın gözüyle- görmesini sağlamak, neredeyse onu buna zorlamaktır.
Bond, oyunlarında tek tek kişilerden çok bir toplumun çeşitli kesitlerini söz konusu eder, bunlar arasında hiçbir kahramana rastlanmadığı gibi, olumlu biri de yok gibidir. Bond kişileri kendilerinden neredeyse hiç söz etmezler, doğrudan durum ve olaylarla ilgili söylemlerdir onlarınki. Ahlak anlayışları da –yine aynı bağlamda- eylemleri, daha doğrusu “fizik aksiyonları” aracılığıyla çıkar ortaya. Hiç bitmeyen bir yaşam savaşına sürüklenmiş bir toplumun intihara yatkın kişileridir bunlar; “ölmeyen ölülerdir.”
Bilsak Tiyatro’nun sahnelediği “Savaş Oyunları” üçlemesinin ilk oyununda da yazar toplumun yapısını sorgular. Okul, Aşk, Yeme, Satış, Çalışma ve Ordu olarak yedi ayrı bölümden oluşan yapıtta, ekonomik ve toplumsal baskıların belirlediği eğitim, kadın-erkek ilişkisi bağlamında aşk, evlilik, çalışma düzeni ve ordu gibi günümüz toplumunu var eden kurumlar irdelenir. Bilsak Tiyatro, her sahnelemesinde olduğu gibi, sıkı bir dramaturgi çalışması yapmış: oyuna yönelik olmayan bölümleri (seyirciyle ya da kendi kendine konuşmalar, yorum yapmalar…) çıkarmış metinden ve seyirciyi bomboş, donuk bir uzamda söylemin şiirselliğiyle, yoğunluğuyla baş başa bırakmış. Sağlam ve zengin dil yapısı, duyarlı bir oyunculukla, bilinçli kullanılan boş bir uzamda buluşunca, oyunda söylenen sahnede, kendiliğinden, birer imgeye dönüşmüş, boş uzam dolmuş, renklenmiş, yaşamaya başlamış. Bu durumda oyuncunun artık nerede  ve kime ne dediğini bilmesi yeterli olmaktadır. Ve roller ne denli yalın oynanırsa şiddet o denli vurucu kılınmakta, sahne seyirciyi sorgulamaya başlamaktadır. (Bu konuda özellikle Nihal Geyran Koldaş, Alp Giritli ve Barış Celiloğlu başarılılar.)
“Savaş Oyunları”, “Çöplük” ile birlikte mevsimin en ilginç, başarılı yapımları kanımca ikisi de yerleşik toplumsal ahlakı gündeme getiren, insanı insan olmaktan çıkaran, bir var olma savaşımının, buna bağlı olarak da şiddetin egemen olduğu toplumu/sistemi sorgulayan oyunlar; iki ayrı gözden iki ayrı yaklaşımdan. Gerek Edward Bond gerekse Turgay Nar “ölmeyen ölüleri” dile getirmişler çalışmalarında. Her iki topluluk da oyunların hakkını vermiş. Sıra, seyircinin sahnede anlatılanları kendi uzam ve zamanı içinde değerlendirmesinde.



  • OYUN ADI:
    Savaş Oyunları
  • TOPLULUK ADI:
    Bilsak Tiyatro Atölyesi
  • YAZAR:
    Edward Bond
  • ÇEVİRMEN:
    Nihal Geyran Koldaşı, Şerif Erol
  • YAYIN ADI:
    Cumhuriyet Gazetesi
  • YAYIN TARİHİ :
    11 Aralık 1995
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,