Makale : Tiyatro Üstüne : Türkiye'de Tiyatro Sorunları: Bize Bir Tiyatro Müzesi Gerek
Bize Bir Tiyatro Müzesi Gerek
Maddî ve manevî olarak ciddi bir kültür yıkımıyla karşı karşıya kaldığımız şu günlerde İstanbul’u 2010 yılına Avrupa Kültür Başkenti olarak hazırlayanların işi daha da güçleşmekte. Ne var ki,  bir yandan da yapıcı girişimlere gerekçe olabilecek kimi durumlar yaşanmakta. Sözgelimi, İstanbul’da çoğu kültür ve sanat etkinliğinin yer aldığı yapıların kültürden sorumlu bakanın eliyle yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde insan ister istemez toplum ve kültür ilişkisini bir kez daha sorguluyor, kültürün bilincine varılması ve kalıcılığın sağlanması üstüne düşünüyor, çözüm üretmeye çalışıyor.
Acaba çağdaş bir tiyatro müzesi olsaydı AKM ile Muhsin Ertuğrul Sahnesi bu denli kolaylıkla harcanabilir miydi? Kültür bakanı çocukluğunda ailesiyle, okuluyla müzeye gitmiş, bunu heyecanlı ve ilgi uyandıran bir öğrenme deneyimi olarak yaşamış olsaydı böyle bir kararı bu kadar rahatlıkla verebilir miydi? Ya da olaylar karşısında sesini çıkarmayan, kendinin dışında geçen bir oyunu seyredermişcesine edilgen kalan seyirci bir tiyatro veya gösteri sanatları müzesi, bunlardan vazgeçtim, herhangi bir müze gezme alışkanlığı edinmiş olsa yaşananları sahiplenmez, yapılanın kendi kültür yaşamına bir müdahale olduğunu aklından geçirmez miydi?  En azından, kimlik tartışmalarının sıkça gündeme getirildiği bir ortamda yaşadığından, kültürün, bir ülkenin kimliğini oluşturduğunun ayrımına varabilirdi belki. Ve bu kimliğin büyük bir parçasının para kazandırmayan etkinliklerle korunduğunu… Tarihsel kimliği eski eserlerin, müzelerin, kitaplıkların, belgeliklerin oluşturduğunu; bugünkünü temel yayınların, gösterilerin, etkinliklerin, festivallerin; yarını çocuk ve gençlik etkinliklerinin, eğitimin vb. kurduğunu.
Gerçekten de, Türkiye’de uzun zamandır açık veya örtülü olarak yaşanagelen kültür erozyonuna bu açıdan bakıldığında ortada ciddi bir kalıcılık sorunu olduğu saptanır, ki bunun önemli göstergelerinden biri de müze yoksunluğudur. Son yıllarda özel atılımlar sözkonusu boşluğu başarıyla doldurmaya başladılar ama yine de çok eksiğiz. Müze sorunu, kültür ve sanat alanının da acıklı konularından biridir ve özellikle tiyatroda önemli bir kültürel değer yitimine neden olmaktadır. Türkiye’de tiyatro sanatı geçmişsiz, dolaysıyla geleceksiz bırakılmaktadır; bugün ise tüm boyutlarıyla ortada.
Biraz tuhaf kaçacak ama aslında İstanbul’da bir tiyatro müzesi var: Mesut Yılmaz’ın kültür bakanlığı döneminde açılan Türk Sahne Sanatları Müzesi. Yıldız Sarayı’na bağlı olan ve yeterli altyapı sağlanmadan açılan bu müzeyi, değişen hükümetler başta olmak üzere, kimse sahiplenmedi, benimsemedi; şimdi ise kapalı durumda. Çünkü bir müzeyi sahiplenmek demek kültür birikimini sahiplenmek demektir, bunun bilincine varmış olmaktır. Öte yandan “ulusal değer” anlayışının da içi boşaltıldı ve iktidarı elinde tutanın kendi çıkarı doğrultusunda yorumladığı bir kavrama dönüştürüldü. Ayrıca, her fırsatta tanımı belirsiz bir “millî varlık”tan söz edilir, bununla övünülür de kimse Karagöz, Ortaoyunu, Kukla gibi geleneksel tiyatromuzdan artakalan belgeleri, görsel malzemeyi, koleksiyonları, kostümleri araştırmayı, olanları koruma altına almayı düşünmez. Ünlü usta Nevzat Açıkgöz’ün bavullar dolusu özgün ve çok değerli kuklaları şimdi kimlerin elindedir? Yine yakın zamanda yitirdiğimiz Haldun Taner, Sabahattin Kudret Aksal, Agop Ayvaz, Necdet Mahfi Ayral gibi tiyatromuzun önemli adlarının belgelikleri, kitaplıkları, özel eşyaları vb. ne olacaktır? Bunlarda mı yitirdiğimiz nice değer gibi sahipleriyle birlikte yok olup gidecektir?...

Herşeyden önce, tiyatro alanında da kendini belli eden ulusal hastalığımız olan bellek yitimini durduracak, kültür mirasımızın elden çıkmasını engelleyecek bir kuruluşa âcilen gereksinmemiz var. Bu bir müze olmalıdır, ancak yaşayan ve yaşatan bir müze. 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti sıfatını alacak olan İstanbul, bir Kent Müzesi kadar tiyatro müzesini de hak etmektedir. İstanbul gibi büyük ve derinlikli bir yerleşim merkezi nasıl kendi kent müzesi olmadan eksik kalıyorsa, tiyatro müzesiz de sığlığa mahkûm olur. Sözkonusu kuruluş, Yıldız Sarayı bünyesinde terk edilmiş olarak duran, gözden çıkarılmış Türk Sahne Sanatları Müzesi’nin, her bakımdan baştan ele alınıp yeniden değerlendirilmesiyle de oluşabilir; Kent Müzesi kapsamında da. Yeter ki bir yerlerden başlansın. Daha müzesini bile kurmayı becerememiş, ulusal kültürünü kaydedememiş, kendiyle hiçbir bağlamda yüzleşememiş bir sanat dalından gelişmesini, evrenseli yakalamasını ne hakla isteyebiliriz?
John Berger’ın dediği gibi tarih, yaşayan bilincin kendini tanımasıdır; müze de onun evidir. Bilincimizi, kimliğimizi daha çok yitirmemek için evimize sahip çıkmaktan başka çaremiz yok.
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,