Makale : Oyun Eleştirisi : Sahnelerimizden: İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar
İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar
Tedirginlik. Akla ilk bu sözcük geliyor. Sevim Burak’ın yapıtlarının insanda bıraktığı ilk etki bu. Tedirginlik.
Her şey küçücük, kendi içine kapalı bir dünyada geçer. İnsanlar kendilerinden önce düzenlenmiş ve onlara “verilmiş” bir durumu yaşamakla yükümlüdürler. Başvurulan tüm oyunlar, -kendi çaplarında- zorlanan tüm kapılar, yeni bir şey yaratma çabaları dönüp dolaşıp aynı şeyleri gevelemeden öteye gitmez; bu gevelemenin sonucu da –belki de ta kendisi- ölümdür, yok olmadır. İster roman, öykü olsun, isterse oyun, yapıtlar tek bir sahneden oluşmuş gibidir, bıktırıncaya, tükeninceye dek oynanan, oynanan, yeniden oynanan bir sahne. Sevim Burak’ta görülen bu tutarlılık, şaşırtıcı birlik yazdıklarına bir bütün olarak yaklaşmayı gerektirir. Gerçekten de yazarın “roman”, “öykü” diye adlandırdığı yapıtları temelde çok iyi kurgulanmış tiyatro oyunlarına benzerler; tiyatrosu da sözcüklerin, tümcelerin başarılı bir koreografisini sunar. Bu tutum yapıya da yansımıştır. Üç perdeden oluşan “İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar”da  hiçbir sahne bölünmesine gidilmezken, iki perdeden oluşan “Sahibinin Sesi”nde yalnızca ikinci perde sahnelere ayrılır, ne var ki bunların dağılımları, kurgu içindeki yerleri bilinen tiyatro biçiminden, kodlarından oldukça uzaktır. Okuyucuya bir romandan, öyküden alınabilecek şiirsellik keyfini verebilmek için tematik olarak uygun bulunan yerlere başlıklar atılmıştır sanki. Yazar, tüm özgürlüğüyle sonuna dek kullandığı tiyatro öğelerinin yanında okuyucuya –belki de en önce kendine- düz yazı zevkini, bilinçli ya da bilinçsiz, tattırmak istemiştir. Aynı durum her iki oyunun genelinde de duyulur: Yönetmene sahnede fantezisini sonuna dek kullanabileceği olanaklar tanırken, okuyucu da tiyatroyla roman arasında gidip gelir.
Sevim Burak’ın tiyatrosunda klasik tiyatroda görülen ve entrika, çatışma, aksiyon gibi öğelerden yararlanılarak yaratılan psikolojik durumların tersine, “dil” aracılığıyla oluşturulan durumlar yaşanır. Oyun kişilerinin güçsüzlükleri eylemsiz bir eyleme geçmelerine neden olur; hareket yerini bitmez tükenmez konuşmalara bırakır. İnsanlar kendi kendileriyle, birbirleriyle konuşup dururlar ama söylemler çoğunlukla çakışmaz, yani bir diyaloga dönüşmez. Herkes herkesi duyar, kimse kimseyi yanıtlamaz. Kendi kendine yönelik muhatapsız, ya da kayıtsız, ya da hiçbir “kişi” özelliği taşımayan muhataplara yapılan konuşmalardır bunlar, ortaya öylesine atılmış gibidirler. Sözcükler günlük dilden alınmıştır ama “bambaşka” anlamlar yüklenmişlerdir. Nivart’la Melek açlıklarından söz ettiklerinde bunun “bambaşka” açlık olduğu açıktır. Olağan kullanımının dışında günlük dil, bu yolla söylemin anlamsızlığını, iletişimin olanaksızlığını vurgular. Sevim Burak’ın tiyatrosu bir “Yalnızlık Tiyatrosu”dur. “Yalnızlık” sözcüğü ağza hiç alınmaz ama sahnede söylenenler, seyirci ya da okuyucuya birer yalnızlık çığlıkları olarak ulaşırlar. Öte yandan “Öz” ve “Biçim” tek bir bütünü oluşturur. Duygusallıkların, gözyaşlarının yerini sözcüklerden, eşyalardan kurulmuş maddesel bir dünya almıştır. Eşyalar en azından insanlar kadar önemlidir. Yazar dil ile de bir nesneymişçesine oynar. Yaşamın bir parçası, bir olgusu olarak gördüğü dili olabildiğince somutlaştırmaya çalışır, ve onu eşyaları kullandığı gibi kullanmak ister. Sık sık başvurulan ad sıralamaları, ya da yinelemeleri yine aynı kaygıdan, adları söylenen yer ya da kişileri sahnede veya sayfada somut olarak yaratma kavgasından, kaynaklanır.
Sevim Burak’ın oyunlarında “düş” ve “gerçek” hep iç içedir ve sürekli olarak birbirlerini doğrularlar. Düşsel kişi, zaman ve uzam “gerçek olan”la o denli griftleşmiştir ki, gerçeğin nerede başlayıp düşün nerede bittiğini, sanrı’nın gerçekle olan bağlantısının ne denli düşsel ya da gerçek olduğunu kestirmek hemen hemen olanaksızdır. Düş ile Gerçek’in buluştukları, çekiştikleri bir dünyadır bu; kişileri yok’luk, boş’luk, hiç’lik içindedir ve gerçeğe benzer bir yaşam yaratmak isterler. Bu nedenle, yazarın oyunlarında belirli bir dönemi yansıttığı bu dönemin kişilerinin ruhsal ve toplumsal durumlarını işlediği gibi bir yaklaşımda bulunmak yanlış olur. Sevim Burak’ta bilgi ve kesinlik yoktur, sanrı’ya, sezgi’ye, yaşanmışlığa dayanan bir takım olgular anlatılır yalnızca. “İnsanların yaşamlarının hayatın içinde kocaman bir leke gibi durduğu” dünyasında zaman da yoktur. Zaman denilen şey bir takım anların sık sık, yeniden ve aynı biçimde bir araya gelmesidir. Yani ölü-zamandır. Artık hiçbir anlamı yoktur ve ne zaman durdurulacağı bilinmez. Geçmiş ile gelecek arasında bir ayrım kalmamıştır. Zaman hep aynıdır. Aslında hiç bitmeyen bitmiş gibi göründükleri yerden hep yeniden başlayan oyunları bu durumun en belirgin örnekleridir.
Sevim Burak’ı değil oynamak, çözümlemek bile zorlu bir uğraş ister ve insanı hiçbir zaman kesin sonuçlara götürmez. Karmaşık biçemi çeşitli düzlemlerde yaklaşım gerektirir, değişik okuma açıları içerir. İmgelere tek bir anlam yükleyip bıraktığınız anda inceliklerini, canlılıklarını yitirirler. Sevim Burak “kıl inceliğinde duygularını germiştir çevresine”, içine girebilmek için de kıl inceliğinde duyarlılık ister. Bu nedenle onun yapıtlarını sahnelemek bir cesaret işidir. “Bilsak Tiyatro Atölyesi” büyük bir özgüven ve yaratıcılıkla yazarın yıllardır sayfalarda yatan oyununu ayağa kaldırmış bulunuyor. Hem de Sevim Burak gibi bir kişiliğin altında ezilmeden getirdiği önerileri sonuna dek değerlendirip karşılığında kendi yanıtını vererek. Yazarın görünen ve görünmeyen dünyasının çakıştığı bir uzamda sahnelenen oyunun estetik ve entelektüel düzeyi oldukça yüksek. Sahnesel anlatım gücü, oyuncu-metin ilişkisi, plastik olanakların değerlendirilmesi, metin üzerinde uzun uzun düşünüldüğünü, yoğun bir dramaturji çalışması yapıldığını gösteriyor. Hiçbir bağlamda yüzeysellik, göz boyamaca, kolaya kaçmaca yok. Titizlikle hazırlanmış bu gösteri, tiyatronun aynı zamanda zihinsel bir eylem olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Daha da önemlisi seyircinin edilgen, tembel ve bıkkın konumundan sıyrılıp oyunu kendi özel çabasıyla yorumlamasını sağlıyor. Bilsak Tiyatro Atölyesi seyircisini özgür kılıyor.


  • OYUN ADI:
    İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar
  • TOPLULUK ADI:
    Bilsak Tiyatro Atölyesi
  • YAZAR:
    Sevim Burak
  • YAYIN ADI:
    Gösteri Dergisi
  • YAYIN TARİHİ :
    Mayıs 1991
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,