İki Radyo Oyunu

Özellikle son yıllarda tiyatromuzun yaşamakta olduğu yerli oyun sıkıntısına, daha doğrusu nitelikli yerli oyun sorununa çözüm üretmeye çalışırken bulduğum ve önerdiğim yol hep kısa oyunlar oldu. Gerçekten de, oyunları sahnelemek, nitelik bakımından tiyatromuzu bir adım daha ileriye götürebileceği gibi, tiyatro yaşamımıza da çeşitlilik, renklilik getirecekti. Ayrıca başka alanlarda değerli ürünler vermiş nice sanatçı yine bu yolla tiyatroya kazandırılabilecek, kimi tiyatro yazarı da bilinmeyen kısa oyunlarıyla, yeniden ama farklı bir bakış açısıyla, gündeme gelecekti.
İstanbul’da sahnelenmekte olan Sevilmek ve Kedi oyunlarına işte bu nedenle umut ve heyecanla gittim. Sevilmek yazınımızın büyük ustası Bilge Karasu’ya, Kedi ise önemli ozanlarımızdan Behçet Necatigil’e aitti. Her iki oyun da radyo, yani “sesler” için yazılmışlardı ama, yaratıcıları biraz zorlayacak da olsa, sahneye yatkın yapıdaydılar. “Alışılmış tadların ötesinde duran” modern, hatta öncü oyunlar bunlar. Hem içerik hem de dramatik yapıları ve psikolojileri bakımından da modernler. Her iki yazar da ele aldığı yaşam kesitini kendi “özel aynalarından” yansıtır. Her iki oyunda da içinde bulunulan uzamın/ yerin ve zamanın belirlediği ilişki biçimidir söz konusu edilen.
Sevilmek’te Bilge Karasu’nun, bir karı koca ve kocanın eski erkek sevgilisi bağlamında, her yönüyle ve her türüyle sevgiyi, sevgi ilişkisini (sevmek kadar sevilmenin de bir bedeli vardır) tüm getirdikleri ve götürdükleriyle soruşturduğu söylenebilir. Bir şiir, bir oda müziği niteliğinde olan yapıtta yazar, konusunu aldatmaca üstüne kurulu bir ilişki ortamında işler. Ne ki burada sözü edilen aldatmacanın hedefi önce insanın kendisidir, kişiler önce kendileri inanmışlardır değiştiklerine, bir şeyler yaşadıklarına. Aslında değişmemişler, yalnızca değişme isteğini gerçekleştirmişlerdir. İnsanın bir karar doğrultusunda değişmek zorunda kalması da girişimin başarısızlıkla sona erdiğini göstermektedir. Öte yandan, söze dökülmeyen, dökülemeyenler, oyun kişilerinin bir şeyleri yaşadıklarına inanmalarının da aldatmaca olduğunu ortaya koyar. Tümü sevgiye sarılmıştır fakat birbirlerinden kopukturlar, “eski yalnızlıkları dönenmektedir çevrelerinde” üstelik sevginin paylaşılamayacağı da anlaşılmıştır. Her biri kendi “oda”sına kapanıp kalmıştır ve oradan kurtulmanın düşünü görmektedir.
Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu, üç ses için yazılmış bir radyo oyunu olan Sevilmek’”i sahnelerken, bunun bir radyo oyunu olduğunu vurgulamak istemiş. Vurgulama yalnızca aksesuar ya da çevre düzenlemesiyle gerçekleşmemiş, özgün metne göndermeyle yetinilmemiş, bu tutum giderek oyunculuğa ve tüm sahneye yansımış. Oyuncuların daha çok sesleriyle oynamaları sonucunda bedensel dilin geri planda bırakılması sahnede, yaşamayan ama konuşan, devinen kişilerin yaratılmasına neden olmuş. Kısacası deyim yerindeyse bir “seslendirme tiyatrosu” söz konusu.
Aksanat Prodükdiyon Tiyatrosu gibi ustalardan oluşan bir topluluğun, bir radyo oyununu sahneye taşırken seslendirme tuzaklarına düşmemesi, tiyatronun “görsel” bir sanat olduğunu unutmaması beklenirdi. Amaç, seyircinin metni okuyarak da kavrayabileceklerini bir de sahne üstünde sunmak değil; oyuncu bedenleri de içinde olmak üzere, sahne kullanımı yoluyla, sahnenin diliyle seyirciye bir şeyler söylemek olmalıydı. Hele ele aldığı metin Bilge Karasu gibi bir yazarın kaleminden çıkmaysa, oyunun yoğunluğunu ve derinliğini özenle gözetmeli seyirciyi başka bir boyutta yakalamalıydı.
İstanbul Şehir Tiyatroları yapımı olan Kedi’de, seslendirme öğelerinden açık bir biçimde bolca yararlanmış. Ama oyunun en ciddi sorunu ne bu seslendirme yolu, ne oyuna olur olmaz müdahale eden ve susturulmak için ara sıra iskemlesine yönetmen tarafından elektrik verilen eski suflör, ne yönetmenin buyurgan sesiyle gereksiz yere devreye girmesi, ne durduk yerde yapılan yabancılaştırma oyunları, ne oyunun şarkıları, ne… Oyunun asıl sorunu, Necatigil’in Kadın ve Kedi ile Son Tren adlı radyo oyunlarını,” “kolaj” olarak tanımlanan ama aslında bir iç içe geçirme eylemi olan, birleştirme çabası.
Sahne metninin temelini oluşturduğunu düşündüğüm Kadın ve Kedi bir evde, baş oyun kişisinin her fırsatta kapandığı “oda”sında geçer. Adam toplumdan, karısından ve çocuğundan kaçabildikçe buraya sığınmakta, eski zaman sandığını karıştırarak oyalanmakta ve yazdığı şiir ve öykülerde “yaşamadığı şeyleri yaşamış gibi göstermektedir”. Yine böyle bir zamanda odasına sessizce giren, çağırılmamış olan ama beklenen ve birçok şeyi paylaştığı II.Adam eski kiracı olarak tanıtır kendini. Oyun boyunca konuşur, hesaplaşırlar ve konu, bir daha dönmemek üzere çıkar odadan. Gerçekten eski kiracı mıdır, yoksa evdekinin kendi kendiyle, kendi hayaliyle konuşması mıdır tüm anlatılanlar? Bilinmez. Kadın ve Kedi’ de Necatigil büyük bir ustalıkla, “yaklaşan şiirlerin sevincinin” peşinde koşan, hüzünlü ama baştan çıkaran yalnızlığın şiirini yazmıştır.
Son Tren’de kaçmış bir fırsatın/zamanın peşinde koşan iki çiftin umarsız çabası anlatılır. Birbirlerini tanımayan, birleştikleri tek nokta, bir zamanlar sevdikleri kişilerin evliliği olan bir kadın ile erkek, yitirilmiş mutluluğu yakalamak için eski sevgilileri bulmaya kalkışırlar ve onların yaşadıkları evlere giderler tek tek, tüm oyun yollarda ve evlerde geçer.
İki yapıtın buluşturulduğu yer Kadın ve Kedi’”deki evdir. Burada iki oyun iç içe geçirilir, ilk oyunda eve gelen yabancının öyküsünün yerini ikinci oyun alır. Böylece “Son Tren”deki olay dizisi, kapandığı odasında yalnızlığın sesini dinleyen I.Adam’ın daktilosunda yazdıkları olarak getirilir sahneye. Bu da özellikle Kadın ve Kedi’’nin bütün lirizmini, hüznünü yok ediyor, en önemlisi de dramatik yapısını bozuyor. Ve ortaya seyirciye hiçbir yorum yapma fırsatı bırakmayan, sıradan, düz bir öykü çıkıyor. Her iki oyun, zorla birleştirilmek yerine, değişik dramatik yapıları da göz önüne alınarak, ayrı ayrı değerlendirilip sahnelenseydi, izlediğimiz çalışmada vurgulanmak istenen ortak noktalar kendiliklerinden belirecek, üstelik bunları bulma, yorumlama zevki seyirciye bırakılmış olacaktı.
Yine de, her şey bir yana, Karasu ve Necatigil gibi yazarlarımızın tiyatroya kazandırılmalarını son derece önemli bir adım, alkışlanası bir girişim olarak değerlendirmek gerek. Bu tür yazarların tiyatroda da söyleyecek çok şeyleri var. dahası, onların yapıtlarının sahnelenmesinin tiyatroya yeni anlama biçimleri, yeni algılama önerileri getireceğine inanıyorum. Yukarıda değinilen sorunların kaynağı da bu noktada yatıyor galiba. Sevilmek, Kadın ve Kedi’ türü metinler, alışılagelmiş tiyatro yapısına sığamayacak, o kalıplarla aktarılamayacak şeyler anlatıyorlar. Onları, hak ettikleri biçimde sahneye taşıyabilmek için yeni biçim, yeni dil arayışlarına girmemiz kaçınılmaz olacaktır.


  • OYUN ADI:
    Sevilmek, Kedi
  • TOPLULUK ADI:
    Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu, İBŞT
  • YAZAR:
    Bilge Karasu, Behçet Necatigil
  • YAYIN ADI:
    Radikal İki
  • YAYIN TARİHİ :
    23 Nisan 2000
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,