Makale : İnceleme : Kitap: Yoksa Eleştirmeni Topalın Koltuk Değneği mi Sandınız!...
Yoksa Eleştirmeni Topalın Koltuk Değneği mi Sandınız!...
Bize ne yaptıkları önemli değil, önemli olan, bize yapılanla bizim ne yaptığımızdır.
Jean-Paul Sartre

Hangi alanda ve tarih kesitinde olursa olsun, başta anılar olmak üzere, yazışmalar, eleştiri yazıları ve Henri Troyat gibi araştırmacı-yazarların ellerinden çıkan biyografiler, otobiyografiler bile, kanımca o alanın sivil tarihini oluştururlar, bu nedenle çok önemlidirler, üstlerinde titizlikle durmak gerekir. Bu tür yapıtlar resmî tarihin atladığı, ya da gereksiz bulduğu ayrıntıları verirler bize, aktardıkları çatışmalar, tartışmalar sözkonusu dönemin coğrafyasının ana çizgilerini oluşturur, daha da ilginci işin içine “insanî boyut” girdiğinden olup bitenden kendimizi soyutlamayız, içine sızarız olayların, şimdiki zaman geçmişle bağlantı kurar, onun bir parçası olur, bütünleşir onunla.
Adnan Benk’in Doğan Kitapçılıktan çıkan ve Tiyatro-Sinemayı kapsayan Eleştiri Yazıları’nın ilk cildi bunları yeniden düşündürttü bana ve bir kez daha kanıtladı doğruluklarını. Bu kitap aynı zamanda, olumsuz eleştirildiler diye, eleştirmenliği yok sayıp eleştirmeni de tiyatrocu olmak isteyip de becerememiş biri olarak görmeyi yeğleyen kişilere bir yanıt oluşturmakta. Öte yandan, eleştiri adı altında, kimsenin hatırını kırmama, çevreye hoş görünme kaygısıyla suya sabuna dokunmayan ve aslında bir şey söylememek üzere kaleme alınmış makalelere; ya da hiçbir gerekçeye dayandırılmadan, salt duygusal nedenlerden bir oyunu batıran ya da göklere çıkaran eleştirmenlere de bir yanıttır Eleştiri Yazıları. Daha da önemlisi, bir eleştiri dilinin kurulmasında olduğu kadar, çağdaş tiyatro bilincini oluşturma aşamasında da izlenmesi gereken yolu gösterirler. Adnan Benk’in eleştiri anlayışı, tiyatronun yaşamın toplumsal tanıklığını yaptığını, ama bunun aynı zamanda bir bilinç tanıklığı olduğunu da anımsatır bizlere.
Dokuz yıl boyunca (18 Nisan 1953 - 20 Nisan 1962) çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış olan seksen sekiz eleştirinin seksen ikisini oluşturan tiyatro yazılarına bakılacak olursa Adnan Benk, herşeyden önce, sıkı bir izleyicidir; oyunları düzenli olarak seyretmekle yetinmez oyuncunun, yönetmenin ya da yazarın sanatsal çizgisinin de takipçiliğini yapar, bunları eleştirirken geçmişteki çalışmalarını gözönünde bulundurur. Eleştirmenlik kurumunun toplumsal işlevinin fazlasıyla ayrımında olan Benk, tiyatronun yaşadığı sorunların kaynağını yüzeyde değil de derinlerde, altyapıda, nitelikli insan malzemesinde aradığından, asıl hedef olarak  tiyatroların kültür politikalarını, sanat anlayışlarını seçmiştir kendine, bu nedenle yazılarında ağırlıklı ve düzenli olarak bu soruna yer verir. Dönemin İstanbul kültür yaşamına yön vermesi beklenen tek ödenekli kuruluşu olan Şehir Tiyatroları, en çok sözkonusu edilen, neredeyse gözaltında tutulan tiyatrodur. Edebî Kurulun çalışmalarını yakından izler Benk, onaylanan ya da geri çevrilen metinlerle ilgili hesap sorar, kurul üyelerini bilgisizlikle, çağın gerisinden kalmakla suçlar. Ana sorun genelde dönüp dolaşıp yine yerli yazar sıkıntısına gelmektedir doğal olarak. “Bizde Tiyatro Yazarı Yoksa Bundan Edebî Heyet Mesuldür” başlıklı makalesinde yerli yazar sorununu, seyirci sorunu gibi, tiyatronun niteliksiz metinleri sahnelemesine bağlayan yazar, kendine güvenemeyen Edebî Kurulun kimi yetenekleri engellediğini öne sürüp, Şehir Tiyatrosunun ödevinin halkı avutmak değil, gerçek sanat eserlerini, çeşitli sanat durumlarını tanıtmak olduğunu söyler. Bunun için yardım almaktadır Şehir Tiyatroları, ayrıca, Bulvar tiyatrosuna kayarak seyirciyi tavlama yoluna giren ve kâr amacı güden bir kültür tiyatrosu kuşkuyla karşılanmalıdır. Bizde tiyatro yazarı yetişsin isteniyorsa, herşeyden önce, siyasal ya da kültürel nedenlerden yazar kayrılması bir yana bırakılıp, seyirciye iyi örnekler sunan bir kültür tiyatrosunun yapılanması gerekmektedir.
Yönetmene de, en azından yazar sorunu kadar, yer verilmiştir kitapta. Adnan Benk’e göre, sahnedeki başarının sırrı, oyunu toparlaması beklenen yönetmenindir. Ne ki, bir oyunu sahneye “koyma” eylemi, onu alıp cebine, rafa, ya da yere koyar gibi sahneye koyma anlamına gelmemelidir. Belirli bir dramatik yapı kurulmalıdır sahnede. Öteki türlü, çoğu yönetmenin yaptığı gibi, yapıt sahneye “düşürülmüş”, “sokuşturulmuş”, “fırlatılmış” olur!
Bir oyunun ilk gecesinde yuhalanmasını, “Memleketimizde yuhalama çağının başladığını haber veren bu belirtiyi her sanatseverin sevinçle karşılaması gerek” diye yorumlayan Benk, seyircinin de yaratanla birlikte yaratma uğraşına katılması gerektiğini düşünür. Artık kendi yolunu kendi bulacaktır seyirci, yazarın ya da yönetmenin güdümünden çıkacak “alıcı durumdan yapıcı duruma” geçecektir. Gelgelelim, seyirciden böyle bir çaba istenmesi için oyunun da o düzeyde olması gerekmektedir.
Dili imrenilecek bir ustalıkla kullanan, okuyucusuna dil tadını duyuran Benk sıkı bir Dil Devrimi savunucusudur, ama bunu salt “dilde kimyasal bir arılık, bir temizlik arama” adına değil, dil ile düşüncenin ilişkisinden yola çıkarak, dili geliştirmenin düşünceyi de geliştireceğine inandığından, bunun sonucu olarak da birtakım anlatım ve düşünce alışkanlıklarının artık bir yana bırakılması gerektiğini düşündüğünden yapar. “Yazarlık dili geliştirmekle, dile yeni olanaklar sağlamakla başlar”, der bir yazısında. Yine aynı bağlamda, dilin yeniliğiyle özün bayatlığının gizlenmesine de karşıdır çünkü bir dil, herşeyden önce, iletilecek bir anlamla kurulmaktadır. Savunduklarını, yine kendi örneğiyle kanıtlamıştır yazar. Gerçekten de, Adnan Benk’in şaşılası bilgisi ve kültürü keskin zekâsıyla birleşerek, ironiyle alay arasında gidip gelen ve kurgusuyla olsun, sözcük oyunlarıyla olsun, tümüyle kendine özgü bir dil yaratmıştır. Canlı, pürüzsüz, akıcı ve bir sohbet havasında gelişen bir dildir bu, insanı kıs kıs güldürür ama en çok da şaşırtmak, onu bir yerden yakalamak ister. Ele alacağı oyuna, soruna veya izleğe, duruma göre, kimi zaman felsefeden girer, kimi zaman tarihten; tiyatroda moderniteyi anlatmak için bakarsınız modern resimden başlar işe, ya da oyunun yapısına müziğin yapısından gelir... Bunları yaparken somut örnekler vermeyi de ihmal etmez: Alain Robbe-Grillet’yi getirir gündeme, Maupassant, Flaubert’den alıntılar yapar, İonesco’dan örnekler verir, kısacası, yazılarını renklendirir, keyif katar anlatısına.
Adnan Benk’in yazılarında şiir vardır, derinlik vardır, okuyucuya bir sanat-kültür zevki yaşatırlarken, onu bu ortamın içine çekmeye, daha doğrusu, kimi sorunları onunla paylaşmaya yönelirler. Festivallerden, dergilerden söz ederler, tiyatro, sanat haberleri verirler, Nevin Seval gibi dönemin mitoslaşmış kişileriyle konuşurlar. En çok da sahnelenen oyunların bir tür raporlarını verirler okuyucuya. Adnan Benk’in yazılarının ardında, insanı aklından kavramaya çalışan eleştirmenin tavrı yatar; hazır yanıtlar vermek yerine, okuyucusunu sorgulamaya yönelten, kendine sunulanı kuşkuyla karşılaması için onu kışkırtan bir tutumdur bu. Tiyatro sahnesinde olsun metinde olsun, günümüzde de sıkça izlenen basmakalıpçılığa, gözboyamacılığa lafını hiç esirgemeden karşı koyarken aynı zamanda bir eleştiri örneği de vermektedir. “ Eleştirmen, kötü eserlerden halkı korur, iyi eserleri de halka haber verir. Sanatçı yetişecek diye bozuk düzen bir eseri salık veremez... Siz yoksa eleştirmeni, topalın koltuk değneği, körün bastonu mu sanıyorsunuz?...” diyerek eleştirmenlik anlayışını betimleyen Adnan Benk’i, başta eleştirmenler olmak üzere, herkesin okumasında büyük yarar görüyorum.










*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,