Makale : Oyun Eleştirisi : Repertuar: Yeni Mevsim Oyunlarında Baskı Görünümleri
Yeni Mevsim Oyunlarında Baskı Görünümleri
"Tiyatrosuna yardım etmeyen ve onu desteklemeyen bir ulus, henüz tükenmemişse bile, tükenmek üzeredir. Halkının dramını, tarihsel ve toplumsal yürek vuruşunu ve, ister kahkahayla ister gözyaşıyla olsun, onun ruhunun ve görünümünün gerçek rengini yakalayamayan tiyatronun, kendine tiyatro adını vermeye hakkı yoktur; o bir eğlence yeri, ya da 'zaman öldürmek' denen o korkunç şeyin yapıldığı bir yer olmaktan başka bir şey değildir!" (Lorca)
Bu yıl İstanbul tiyatrolarının yeni mevsim oyunları Lorca'nın yüzünü ağartacağa benziyor. Görülen odur ki ilk dönem oyunlarının seçimi, "halkının ruhunun ve görünümünün gerçek rengini" yakalamaya çalışan bir kaygıyla yapılmış. Gerçekten de İstanbul'un belli başlı tiyatrolarının perdelerini açtıkları oyunlara bir bakış, tiyatronun bu yıl  “zaman öldürmek için" gidilecek bir yer olmayacağını muştuluyor. Sözkonusu oyunların tiyatrolara göre dağılımları şöyle:
Devlet Tiyatroları: Gergedan, Oyunlarla Yaşayanlar, Ermiş Jeanne
Belediye Tiyatroları: Genç Osman, Taziye
Kent Oyuncuları: Kökler
Taner Barlas Mim Tiyatrosu: Değişim (Kafka uyarlaması)
Dostlar Tiyatrosu: Bay Puntila ile Uşağı Matti
Çeşitli ülkelerden çeşitli yazarlarca çeşitli dönemlerde yazılmış olan bu oyunların belirgin bir ortak noktaları var: Baskı ve bireyin bu baskı altında var olma çabası.
Gergedan'da İonesco, toplumsal baskı karşısında bireyin kimliğini koruma, toplumun birbirlerine benzettiği insanlar içinde bir hiç olmama çabasını, bir toplumun gergedanlaşması/faşistleşmesi çerçevesinde verir. Oyunda hep ortama uymaya çalışan, kendi doğrularında diretmekten çok diğerlerini anlamaya yönelen, aşırı hoşgörülü insanlar gergedanlaşmaya başlar. İlk görüldüğünde "Olur şey değil!" tepkisiyle karşılanan tek tük gergedan, insanların onları anlamaya çalışmaları, hoşgörülü davranmalarıyla birlikte çoğalır, çoğaldıkça "olağanlaşır", sonunda bütün toplumu sarar, onu sömürür. Burada trajik olan, çevresindeki olaylar karşısında rahatsızlık duyan ve giderek yalnızlığına daha çok gömülen bir bireyin, Beranger'nin, çıkmazıdır. Toplumsal baskı onu acımasızca "başkaları gibi olmaya" zorlamakta, bu yolda herkese, her şeye egemen olmakta ve içinde yaşadığı toplumun düşünce ve davranışlarına uymak istemeyen Beranger'yi tek başına, bırakmaktadır.
Tek başına kalma pahasına gergedanlaşmayı reddeden Beranger'nin aksine Değişim'in kahramanı Gregor'u, dar ve sığ bir yaşam süren insanlar böcekleştirir. Burada böcekleşme, önüne dikilen engelleri aşabilmek için Gregor'un giriştiği umarsız ve ölümcül çaba olarak çıkar karşımıza. Zaman ve para korkusuyla yaşayan bir ailedendir Gregor. Birlikte yaşadığı insanların saplantısal bir biçimde sarıldıkları tutkularının, özlemlerinin -küçük burjuva düşlerinin- tutsağı, kölesi olmuştur. Her birinin "kutsal korunaklarında kalarak" daha iyi bir yaşam istemeleri, açgözlülükleri, içine kapalı, sanatçı ruhlu, duyarlı Gregor’un kendini bir koşuda bulmasına neden olur. Ama bu "bir hamam böceğinin ayaklarına dolaşan bir pislik yumağını sürümesi gibi yabansı, çirkin bir koşudur... Gregor, yüreği dururcasına bir hız koşucusu gibi devinir... Sonunda tükenir". Önce ailesince dışlanan, sonra hor görülen, sonra tiksinilen, sonra da hiçlenen Gregor'un son sözleri "Ailemi yalnızca sevecenlikle, sevgiyle andım" olur. Oysa Aile ona "bir sokak kazasına tanık olmuş" gibi bakmaktadır. Gregor öldüğünde "tatlı bir esenliğe kavuşan" Aile'nin yeni umudunun “iyi bir eş” bulacak olan kızlarına bağlaması insana ister istemez şunları düşündürüyor: Nedir bu insanı böcekleşmeye götüren? Yoksa Böcekleşen bir toplum mu?
Oyunlarla Yaşayanlar'ın kişileri de toplumlarından kopmuşlardır. Ama onların kopuklukları bilinçli sürdürülen bir direnmeden çok sınıfsal konumlarından kaynaklanır. Oğuz Atay'ın ince bir alayla çizdiği bu Cumhuriyet döneminin küçük burjuva aydın kuşağı, kendilerini düşünmekten, kendilerine acıyıp sızlanmaktan küçük dünyalarının dışına çıkamazlar bir türlü. Yaşamlarını ancak kendi yazdıkları oyunlarda sürdürebilmektedirler; oyunları onlar için bir ölüm kalım sorunu olmuştur. Ne var ki bir şeyler yapmak adına kurdukları oyunların da sonu gelmez, hep yarım kalır. "Ne zamanın içinde, ne de tam dışında bulunan bu kişiler başkalarının sözlerini anlamadan ezberlemeye alıştırılmışlardır. Ama kendilerine öğretilen sözlerin de sonlarını unuturlar, düşüncelerini bir türlü toparlayamazlar. Aradıkları "gerçek"i bulduklarını sanırlarsa da onun ne olduğunu çıkaramazlar. Kendi kendine oynadığı oyunlarla avunan yitik bir kuşağın öyküsüdür Oyunlarla Yaşayanlar. Seyircisiz, sahnesiz, "hayatını, özellikle ölümünü büyütmek zorunda kalan" yarım oyuncuların öyküsü.
Bay Puntila'nın uşağı Matti, efendisinin baskısı karşısında varlığını kendini yok sayarak korumaya çalışır. Puntila'nın havasına uyum gösterir, onun konuşmalarını dinler, yakınlığını, dostluğunu yaşar, sertliğe ses çıkarmaz. Matti bilinçli olarak davranmaktadır; aslında kendini hiçbir zaman efendisinin havasına kaptırmamıştır. Ve her fırsatta emir üzerine hareket ettiğini belirtir. Matti, kimliğini yitirmeme adına kendini silmeyi seçmiştir. Hiçbir duygu ve düşüncesini dile getirmez, Susmayı yeğlemiştir.
Puntila sarhoşken ne denli iyi, sevgi dolu; cömert biriyse, ayıkken de o denli sert acımasız, bencil bir ağadır. Alkol satışının yasak olduğu bir ülkede Puntila'nın istediği yer ve zamanda sarhoş olabilmesi onun toplumsal konumunu -zenginliğini ve egemen güç oluşunu-belirler. Ya da, başka deyişle, toplumsal konumu Puntila'nın sarhoşluğunu onaylar. Çifte kişilikli Puntila'nın yaşamasını sağlayan onun Matti'lere karşı takındığı iki yüzlü tutumdur, "timsah" kurnazlığıdır. Puntila'ları yaratan ve besleyen bir düzende, "kurnaz itaatsizliğine” karşın, Matti barınamaz olur. Ondan işçi arkadaşına ihanet etmesinin de istenmesi “suyla yağın bağdaşamayacağını” açığa çıkarır. Matti’nin yapabileceği tek şey vardır elinde: Kendini kendisinin efendisi olma umuduyla Puntila’yı terk etmek. Uşak, efendiyi terk eder.
Bernard Shaw(Ermiş Jeanne), Turan Oflazoğlu (Genç Osman), Murathan Mungan (Taziye) yasalar ile törelere karşı gelen, dolayısıyla kurulmuş düzeni bozmaya yeltenen kişileri işleyen oyunlarla çıkarlar karşımıza. Bu durum, doğal olarak, egemen güçleri rahatsız eder ve suçlulara gereken "cezalar" verilir.
Kilise'yle Soylular önce yandaş oldukları Jeanne'a, çıkarlarına ters düştüğü için cephe alır. Kilise onun "yeni bir peygamber" olmasından korkmaktadır. Soylularsa "toplum düzenini altüst etmesinden". Sonuç olarak her iki kurum da kurdukları sistemin sallantıda olduğunu görür ve durumu baskı yoluyla düzeltmeyi kararlaştırır. Amaç "kuzuyu sürüye döndürmektir." Kuzu sürüye dönmez.
Taziye'de törelerin önüne Sevdayla dikilinir. Güney Doğu Anadolu'da kan davası güden iki aşiretin çocukları birbirlerini sevip evlenince kıyamet kopar. Töreler elden gidiyordur, "sevdaların töresi, toprağa ve aşiretin töresine üstün gelecektir." Genç koca öldürülür. Töreleri "gün be gün sancılanmasının" nedeni olarak görülen karısı suçlu bulunur. Gelinin ölümü, töreler gereği, babasının yerine ağa olan oğlunun eliyle olacaktır. Gelgelelim, tüm korumalara karşın, töre duvarları çatlamıştır bir kez. Oğul, töreler adına öldürdüğü annesinin taziyesini, aynı töreleri çiğneyerek, yalnız tutmaya karar verir. Oyun öyle bir biçimde biter ki, bin yıl yaşlanmış olan genç çocuk… *

* Eksik yayımlandı, özgün metin bulunamadı.
  • YAYIN ADI:
    Günümüzde Kitaplar Dergisi
  • YAYIN TARİHİ :
    Kasım-Aralık 1986
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,