Makale : Tiyatro Üstüne : Türkiye'de Tiyatro Sorunları: Tiyatroda Çağdaşlık ve Klasiklerin Yeniden Sahnelenmesi
Tiyatroda Çağdaşlık ve Klasiklerin Yeniden Sahnelenmesi
Haziran ayında gerçekleştirilen 4. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin bir bölümü, “Bugünün gözüyle Shakespeare” başlığı altında üç yabancı topluluktan (Romen, Alman, Gürcü) seyrettiğimiz üç Shakespeare oyununa (Bir Yaz Gecesi Rüyası, Macbeth, Kral Lear) ayrılmıştı. Her üç oyun da tarihsel göndermelerden bütünüyle arınmış Shakespeare’in dünyasından yola çıkıp günümüze taşınarak sahnelenmişlerdi. Festival süresince yapılan konuşmalardan, söyleşilerden ortaya çıkan genel bir eğilim de, klasiklerin günümüze getirilmesinin çağdaş tiyatronun neredeyse temel ölçütü olmasıydı. Bir başka deyişle, klasiklere çağdaş yaklaşım, aradaki tarihsellik silinerek gerçekleşebilirdi ancak.
“Çağdaş” sözcüğünü, “çağını yansıtan” değil de “aynı zamanda yaşayan”, “yaşanılan dönemi yansıtan” anlamında kullanıyorsak eğer –ki doğrusu da budur- klasiklerin günümüze getirilerek sahnelenmesi pek yeni sayılamaz. Yıpranmış bir repertuar karşısında insanın başka bir tiyatro anlayışına girmesi, oyuncular, seyirciler ile yapıt arasında yeni ilişkiler kuran, yeni bir anlayış ve ortaklık getiren bir tiyatronun peşine düşmesi 1968’lere dayanır. Bu yıllarda bir takım çağdaş oyunlarla montaj, kolaj denemeleri yapılırken, klasikler yeniden yazıldı, keslip biçildi, toplumun sorun ve çatışmalarına göre yorumlandı.
Yapıt karşısında tavır alma; ona kendi damgasını vurma kaygısını taşıyan bu girişimler 1968'lerde çağdaş olarak nitelenebilirdi. Oysa içinde yaşadığımız dönemde, klasikler üstüne yapılan tiyatro çalışmaları daha çokyönlüdür ve eskisine göre daha titiz ve bilinçli bir araştırma gerektirir. Bu da klasiklere çağdaş yaklaşımı neredeyse tek bir boyutta değerlendiren anlayışın tartışılmasına götürür insanı: Çokyönlü düşünmeyi, gelişmeye, yeniliklere açık kalmayı gerektiren çağdaşlık kavramını dar sınırlar içine sıkıştırmak bir yerde yaratıcılığı da kısıtlamak olur. Sanatçının yaşadığı dünyayı anlamasının, anlatmasının, kendini ifade etmesinin tek yolu olmadığını artık biliyoruz. Sanatçı, elindeki malzemeyi özgün olarak da kullanabilir, ondan modern bir yapıt da çıkartabilir ortaya. Aynı biçimde bir tiyatro yönetmeni de klasik bir yapıt sahnelerken tarihselliği gözeterek yorumlayabilir, stilizasyona gidebilir, günümüze de getirebilir oyunu.  Heykelci Henry Moore, modeline bakarak yapıtına başlamaz, tersine taşa bakarak işe koyulurmuş. Önce taşın “ne istediğini” bulmaya çalışır, bulduktan, ya da sezinledikten sonra başlarmış taşı parçalamaya. Tiyatroda da önemli olan metin ile yönetmenin "ne istediklerinin" çakışması, ikisinin ortak bir noktada buluşabilmeleridir. Bir metnin yapısını zorlamak, onu başka yönlere çevirmeye çalışmak, ona söylemek istediğinin dışında iletiler yüklemeye kalkışmak söz konusu yapıtın özüne aykırı, düzmece bir şeyin çıkmasına neden olur.
Çağdaşlığın tek yolu, ya da bir temel ölçütü olamayacağı gibi, son yıllarda dünyanın çoğu ülkesinde klasikler, İngmar Bergman'ın deyişiyle "klasikler gibi" oynanmaya başlandı.  Bu duruma en çok sevinenlerden biri olan ünlü yönetmen "klasikler" diyor, "zırhlarından, silahlarından arındırılmışlardı. Enerjilerinin fuhuşa sürüklenmeden sergilenmesi yerine, onları yavan, sığ ve kolay anlaşılır bir duruma sokmak için çabalıyorlardı.” Klasikler yeni bir klasik anlayışla (neoclassisisme) yeniden ele alınırken yapıtlar da tarihselliklerine kavuştular. Nitekim günümüze uyarlama kaygısıyla sahnelenen birçok oyunun sakıncalarından biri de tarihsel göndermeleri yok saymaktır. Klasiklere arkeolojik kalıntılar olarak bakmanın bir sonucu olan bu olgu, tarihsel göndermeler ile günümüz arasında gidip gelmelerden oluşan diyalektik ilişkiyi sahneden silmekte, yapıtın çok yönlülüğünü tekleştirmektedir. Gerçekten de, özgün metnin getirebileceği soruları kendi seçip yanıtlarını da kendi veren bu yaklaşım, savını daha baştan belli ederek seyirciyi edilgenleştirmekte, onun zihinsel gücünü daraltmaktadır.
Sıkça rastlanan bir başka nokta da, amacı unutup seyirciyi şaşırtma ve estetik kaygılar uğruna biçimsellik tuzağına düşülmesidir. Oysa artık sorun, metni günümüze getirmek için yeni biçimlendirmelere gitmekten çok, dil ile biçemi iyi kavramaktır. Burada gerçekleştirilmesi güç olan, özgün metindeki söylemin, imgelemin anlamını, tarihselliği bozmadan, günümüze de çağrışımlar yaparak verebilmektir. Klasik yapıtların evrenselliklerini bir kez daha ortaya koyarken, yapıtla yaşamımız arasındaki o duyarlı noktayı yakalamaktır, "gideni ve gelmekte olanı..."
İnce beğeni ve çokyönlülük isteyen tiyatro doğaldır ki özgünlük sanatıdır. Ama çağdaşlık adına bu özgünlüğü kısıtlamak, hatta koşullamak, çağdaşlığın özüne aykırı kaçacağı gibi özgün olma durumunu da zedeler. "Tiyatroda klasiklerin çağdaş yorumu" denince, geçmişle tüm bağlarını koparmış, o zamana dek hiçbir sanatçının yapmadığı bir şeyi gerçekleştirmeye çalışan bir sanat düşünülmemeli yalnızca. Tiyatroda çağdaşlık kavramı daha derin ve çeşitli boyutlarda irdelenip daha değişik çalışmalar / seçenekler sunulmalı seyirciye. En azından çağdaş sanatın bugünü olduğu kadar dünü de kapsayan bir bileşimden oluştuğu unutulmamalı.
Dünü bugün açısından tüm boyutlarıyla anlama çabası, onu yeniden değerlendirme uğraşı yeterince çağdaş değil midir yoksa?


  • YAYIN ADI:
    Gösteri Dergisi
  • YAYIN TARİHİ :
    Temmuz 1992
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,