Makale : İnceleme : Oyun Metni: Sahibinin Sesi
Sahibinin Sesi
Bilal Bey, 1930 yılları İstanbul'unda Kuzguncuk'ta yaşayan bir paşazadedir. Günlerini o dönemde gözde olan lokanta, gazino ve eğlence yerlerine gitmekle, evdeyse sürekli olarak mahalleyi gözetlemekle geçirir. Sonradan adı Sümbül Hanım olarak değişmiş olan Yahudi Zembul'le uzun yıllardır birlikte yaşamakta, kadının tüm ısrarlarına karşın onunla evlenmemektedir." Bilal Bey babasının gördüğü düşten yola çıkarak sevgilisinin onu asker kaçağı olarak ihbar edip, yakın arkadaşına kaçacağına karar verir. Komployu bozmak için kimlik değiştirmeye kalkar. Bu arada Zembul'e, ailesine, tüm mahalleye düşman gözüyle baktığına tanık olunur. Bilal Bey, düşlerinde sık sık yakınlarının kendine tuzaklar kurduğunu görür; sevgilisinin evlenmek için yaptığı şantaj, ailenin ve yakın çevrenin baskısı kuşkularını doğrular. Korkulan artmakta, giderek paranoyaya dönüşmektedir. Kimlik sorunu da çözülmüştür; genç yaşta şehit olan Tayyareci Muzaffer Seza'dır artık o. Ne var ki, büründüğü yeni kişiliğin sahibi gittikçe artan bir baskıyla yaşamını yönlendirmektedir. Babasının ölü yatağına uzandığı sırada Bilal Bey'in sol topuğuna bir dikiş iğnesi batar. İğne yavaş yavaş kalbe doğru ilerler, onu her an ölüm korkusuyla yaşatmaya başlar. Bilal Bey'in kendi kendinden, çevreden duyduğu baskılara bir de, "yaşamaktan kaç kere umudunu kestiği halde, kaç kere yaşama umudu uyandıran bir dikiş iğnesinin" verdiği acıyla karışık korku da eklenince paranoyak durum tehlikeli olmaya başlar. Artık bütünüyle Muzaffer Seza'nın buyruğundadır ve karısı, raşitik doğan çocuğuyla birlikle tüm mahalleyi, daha önceden bodrumda biriktirdiği gaz tenekeleriyle birlikte havaya uçurmak ister. Oyunun sonunda, Bilal Bey bir gramafonda ara sıra takılarak dönen Sahibinin Sesi plağına konuşur. Başarısızlıkla sonuçlanan girişiminin gelişmeleri yine aynı plaktan aktarılır. Bilal'in "işi bittiğinde" duyulanlarsa, 1930 yılları İstanbul'unda yaşama uğraşı veren paşazade Bilal Bey'e "gelen" tüm seslerdir. "Gittikçe hızlanır, birbirlerine karışırlar... Konuşmalar anlamsızlaşır... Bir uğultuya döner... Yuki gibi..."
Oyun iki perdeden oluşur. İkincisine göre oldukça uzun ve yoğun olan ilk perdede sahne bölümlemelerine gidilmez, geçişler yazar tarafından belirtilen değişiklikleriyle verilir. Bilal'ın vücuduna dikiş iğnesinin batmasıyla başlayan ikinci perde sahnelere ayrılmıştır ama bunların dağılımları, kurgudaki yerleri bilinen tiyatro biçiminden, kodlarından oldukça uzaktır. Burada sahneler uygun bulunan yerlere birer başlık olarak, konulmuş gibidir. Bir başka deyişle, yazar okuyucusuna bir roman ya da öyküden alınabilecek şiirsellik keyfini verebilmek için tematik olarak uygun bulduğu yerlere başlıklar atmıştır sanki. Sevim Burak, tüm özgürlüğüyle sonuna dek ustalıkla kullandığı tiyatrosal öğelerin yanında, okuyucuya (seyirci sahnede göremeyeceğine güre) —belki de en önce kendine— düzyazı zevkini, bilinçli ya da bilinçsiz, tattırmak istemiştir. Aynı durum yapıtın genelinde de duyulur. Sahibinin Sesi, sahnede yönetmene fantezisini sonuna dek kullanabileceği olanaklar tanırken okuyucuyu da tiyatroyla roman arasında götürüp getirir.
Oyunun yapısına daha dikkatli bir yaklaşım bir takım alt bölümleri çıkarır ortaya: Bilal Bey’in seyirciye sunduğu “raporlar”, düşler, sesler ve diğer bölümler.
Tüm oyun boyunca paşazade Bilal seyircilere açıklamalarda bulunur. Söylemi "mesaj" biçimindedir, sahibinin ve mahallenin ne yaptıklarını, en küçük ayrıntılarına dek anlatır. Düşler ilk perdede yer alır. Gerçekte yaşananlarla tek ayrımları, Bilal Bey'in bunları gördüğünü söylemesi ve sahnenin loşlaşmasıdır. Yoksa düşte yaşananla gerçek olan hep iç içedir ve sürekli olarak birbirini etkiler, doğurur, doğrular. Oyundaki düşlerin ilki dışında tümü Bilal Bey'ce görülür ve okuyucu/seyirciye yansıtılır. Bu sahnelerde Bilal Bey yattığı yerde sayıklar, diğer kişilerle ilişkisi hep sayıklamak bağlamında ele alınır, yani Uyuyan Bilal Bey'le Düş Gören Bilal Bey aynı zamanda gösterilir sahnede. Burada düşsel kişi, zaman ve uzam gerçek olan'la birlikte verilir. İlk düş, Baba'nın görüp oğluna, oğlunun da okuyucu/seyirciye aktardığı, dolayısıyla kurguladığı ve sonradan gerçeğe dönüşecek, ya da gerçeğin ta kendisi olan bir düştür.
Bilal Bey'in ve Muzaffer Seza'nın seslerinin de oyunda özel rolleri vardır. Bilal'ın Sesi sahibinin yaptıklarının, yaşadıklarının hastalık derecesinde ayrıntılı bir raporunu verir. Muzaffer Seza'nın Sesi ikinci perdede duyurur kendini. Etkisi altına iyice girmiş olan Bilal Bey'i sürekli olarak kalbe doğru ilerleyen iğneyle korkutur, buyruklar verir, mahalleyi havaya uçurması için onu yönlendirir. Öte yandan, oyundaki tüm rollerin son sahnede, dışarıdan hazır olarak alınmış bir gramafonda, yine dışarıdan hazır olarak alınmış olan Sahibinin Sesi plağında Bilal Bey'e ulaşmaya, onu etkilemeye çalışan seslere dönüşmesi ilginçtir. Bu da, Sevim Burak'ın her türlü kolay çözüm yollarını kapayan, kesinliklen uzak, çok yönlü, özgür sanatının bir ürünüdür. Bilal Bey'ce duyulan sesler, verilen raporlar, aktarılan düşlerin yanışını yaşanan ve natüralist olarak niteleyebileceğimiz sahnelerin de ne derece düşsel, sanrısal ya da gerçek oldukları belirsizdir. Bunların yapısı diğer anlatımlarla o denli iç içe girmiş, giriftleşmiştir ki gerçeğin nerede başlayıp düşün nerede bittiğini, sanrının gerçekle olan bağlantısının ne denli düşsel ya da gerçek olduğunu kestirmek hemen hemen olanaksızdır. Bir tek gerçek vardır yapıtta, o da, olayların 1930'larm İstanbul'unda yaşayan paşazade Bilal Bey'in gözüyle, ağzıyla anlatılmasıdır. İçinde yaşadığı toplumsal, ekonomik, kültürel karmaşa içinde yerini bulamayan, kendimi kurtarayım, savunayım derken her seferinde özünden bir parça daha yitiren bir kişiliktir Bilal Bey. Babasından kalan mirası çekmek zorunda olan ve ancak raşitik çocuklar dölleyebilen yitik bir kesittir. Kimliğini yaşamayanı sömürerek bulmaya çalışan yaşayan bir ölüdür. Dışavurumcu bir biçimde ele alınır. Vücudunda yürüyen ve onu her an ölüm korkusuyla yaşatan iğne olarak nesnelleştirilmiş rahatsızlığıyla birlikte paranoyik hezeyanları da şiddetlenir ve kendi kendini yok etmesi hızlanır.Ölümü, daha doğrusu yok olması, beklenilen bir durumdur; ama bu yaşanılan bütün olaylara bir yanıt oluşturmaz, olsa olsa onların bir sonucudur ancak. Sevim Burak bu anlam yüklü kişisini ne suçlar, ne de yüceltir. Paranoyik bir savaşım içinde olan Bilal Bey toplumunun bir ürünüdür, ancak onun "dışında" yaşadığından kendi başarısızlığını hazırlar, düşüşüne yitip gitmesine neden olur. Sahibinin Sesi, belirli bir dönemde, belirli bir yerde, belirli bir insanın yaşadıklarıdır.
Sahibinin Sesi, her dönemde, her yerde, her insan tarafından yaşanabilir.

  • OYUN ADI:
    Sahibinin Sesi
  • YAZAR:
    Sevim Burak
  • YAYIN ADI:
    Günümüzde Kitaplar
  • YAYIN TARİHİ :
    Aralık 1985
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,