Makale : Oyun Eleştirisi : Fransız Sahnelerinden: Paris Tiyatrolarında Çok Çarpıcı İki Oyun Var
Paris Tiyatrolarında Çok Çarpıcı İki Oyun Var
“Sanat yapıtı, sanatçının topluma bir yanıtıdır.”

Nedense, Paris’te izlediğim iki oyun da bana hep, nerede okuduğumu unuttuğum bu tümceyi düşündürdü. İki yapıt, iki ayrı yorum, iki yanıt… Yazıya her oyunu Fransa’da ve giderek dünyada olay yaratan Fransız kadın yönetmen Ariane Mnouchkine’le başlamak isliyorum. Mnouchkine bu kez kendi çevirdiği altı Shakespeare oyununu ele almış. İngiliz tarihiyle ilgili dürt trajedi («II. Richard», «IV. Henry»nin iki bölümü, «V. Henry») ve iki komedi («On ikinci Gece», «Aşkın Emeği Boşa Gitti»). Amacı, «dünyanın tiyatroda nasıl gösterileceğini öğrenmek İçin bir ustanın işliğine çırak olarak girer gibi Shakespeare gezegenine girmek.” Mnouckine, ünlü İngiliz yazarının evrenine, sahneye koyacağı oyunları tek tek inceleyerek değil, bütünden girmiş. Birkaç yıl süren araştırmasında «insan yazgılarını, tutkularını anlatmada en uygun ve doğru araçları kullanan bir uzman» olarak gördüğü Shakespeare’in yapısını irdelemiş. Ardından oyuncularla birlikte toplu çalışmaya girişmiş ve ilk kez geçen yaz Avignon Şenliği'nde seyirci önüne çıkmışlar.

“Güneş Tiyatrosu’nun Shakespeare'leri”
“Güneş Tiyatrosu”nun («Théâtre du Soleil», Mnouchkine'in tiyatrosu bu adı taşıyor). Shakespeare’leri oldukça değişik. Başta Japon olmak üzere, Doğu tiyatrosu biçimiyle (No, Kabuki, Bunraku) sahneleniyor. Oyunlar değişik tarihlerde sergilendiğinden ben yalnızca «On İkinci Gece»yi görebildim. Ama yönetmen oyunları bir bütün olarak çalıştığından, genel yapı sahneleme, çevre düzenlemesi, giysiler aynı. «Güneş Tiyatrosu» kurulduğundan bu yana kendi düzenlediği büyük bir hangarda oynuyor. Shakespeare’i izlemek üzere gelen seyirci daha oturmadan (yani sahneye bakan basamaklara) dilerse bir köşede hazırlanan oyunculara bakabiliyor, ya da çeşitli ülkelerden (özellikle Doğu ve aralarında Türkiye de var) ama noksan müzik aletinin bulunduğu bölümde bunları inceleyebiliyor, oradaki açıklamayı okuyup adlarını öğrenebiliyor. Sahne, o koca hangarın hemen hemen yarısını kaplayan tipik bir No oyunu düzenlemesinde, Mnouchkine, Doğu Tiyatrosu'nu seçme nedenini, “klasik Ortaçağ kahraman modelini kırma isteği” olarak açıklıyor. Oyuncuların Uzakdoğu Giysileriyle, Uzakdoğu'ya özgü bir oyunculuk anlayışıyla ve dekorsuz bir sahnede yalın ayak oynadıkları, koştukları, zıpladıkları, gülünç sahnelerle soytarılığa dek varıldığı, ancak güldürünün hiç sulandırılmadığı ilginç mi ilginç bir oyun sunuldu. Tümü de çok başarılı olan sanatçılar arasında ayrım yapmak çok güç ama ille de bir seçim yapılsaydı, sanıyorum ben oyumu Dük Orsino rolüyle Georges Bigot ve aşık olduğu Kontes Oliva'yı canlandıran Odile Contrepas’ya verirdim. Broşüre bakarken hoş bir sürprizle karşılaştım. O güzelim ipek perdeleri hazırlayanlar arasında iki de Türk bulunuyordu. Mehmet ve Leyla Ateş.

Çehov, Peter Brook ve “Vişne bahçesi”
Atlamalı zıplamalı, doksan âletin seslendirdiği dışavurumcu No oyunundan sonra Çehov, Peter Brook ve “Vişne Bahçesi”... Giderek daralan bir çemberin içinde yavaş yavaş boğulanların sessiz çığlıklarının sessizse anlatıldığı bir yapıt. Konuştuklarında düşünceleri hep başka yerde olan insanlar... Sanki Çehov, Peter Brook icin yazmış bu oyunu. Sanki beş yıl sonra Rusya'ya dönen Liubov kızı Anya'yla malikanesine geldiğinde Peter Brook da oradaymış. Sanki yönetmen sürekli düşlerde yaşayan, gerçekleri unutup ya da unutur gibi yapıp insanları da olayları da istedikleri gibi yorumlayan bu çelişkili kişilerle yaşamış. Eski, dökük, yok olmuş bir saltanat döneminin simgesi gibi duran “Bouffes du Nord” Tiyatrosunun binası da çökmekte olan bu malikanenin bir parçası gibiydi. Brook’ un çok az dekor kullanışı (bir kaç eski halı, halıyla kaplanmış bir paravana, üstü örtülü bir koltuk, yine örtülü bir dolap) çevrenin yıkıldığını daha iyi ortaya çıkarıyordu. Bu durumda seyirciler tiyatroya girerken malikaneye girmiş gibi oluyorlardı. Oyuncular da çevrenin yalınlığına uymuş, sessiz bir ayrılık törenini yaşıyor gibiydiler, “Vişne Bahçesi”ne, evlerine, geçmişe, düşlere veda etmek zorunda kalan insanları… Peter Brook, “Vişne Bahçesi”ni anıştıran hiçbir öge koymamıştı sahneye, ne bir simge ne başka şey. Liubov döndüğünde bahçe de ev de çoktan yitmişti. Yönetmen gerek çevre düzenlemesiyle, gerek sanatçıları kullanışıyla temeldeki yitikliği seyirciye çok iyi aktarıyordu. Natasha Parry, geçmişini unutmaya çalışan ama beceremeyen, düşle gerçek arasında sıkışıp kalmış Liubov'u, Guy Trajan kardeşi Gaev'i, Martine Chevallier de Varia'yı çok iyi canlandırıyorlardı. Lopakin'i oynayan Niels Arestrup son derece değişik, tutarlı bir yorum getiriyordu. Her şey bir yana, Peter Brook' un bence en büyük başarısı, bilge yalınlığının yanısıra Çehov'un oyunlarında, hiç eksik etmediği “ince mizahı” yakalamış olması, yapıttaki komediyle trajedinin içiçeliğini duyması. Sanıyorum bu çelişkiyi, böylesi bir yalınlıkla ancak Brook duyarlılığı verebilirdi. Oyunun sonuna doğra beni yine bir sürpriz bekliyordu. Bu kez karşıma, “Bahçeden Geçen Adam”, “İstasyon Şefi” rollerinde Mehmet Ulusoy çıkacaktı!
  • YAYIN ADI:
    Cumhuriyet Gazetesi - Anadolu Baskısı
  • YAYIN TARİHİ :
    14 Mayıs 1983
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,