Makale : İnceleme : Oyun Metni: Murathan Mungan'ın Oyunları
Murathan Mungan'ın Oyunları
Mahmud ile Yezida ve Taziye, çeşitli yazı ve şiirleriyle tanıdığımız Murathan Mungan'ın iki oyunu. Her ikisinde de geleneksel sevda öykülerinden yola çıkıp, modern tragedya diyebileceğimiz bir biçem ye kurgu denemesiyle, feodalizmin çöküş sürecinde yaşanan bireysel ve toplumsal yıkımlar ele alınır. Mahmud ile Yezida'nın temelinde feodal toplum/sanayi toplumu çatışması yatar. Oyun boyunca bu çatışma kişilere göre iki düzlemde ele alınır: Mahmud ve Yezida/Toplumları, Havvas Ağa/Köylüler.
Mahmud ve Yezida, Leyla ve Mecnun gibi birbirlerine hiç kavuşmamaya «yazgılı» iki sevgilidir. Bütün suçları amansızca düşman iki toplumun (Yezidiler, Müslümanlar) bireyleri olmalarıdır. Sevdaları, Yezida'nm deyişiyle, «hayat sevdası değil, ölüm sevdasıdır». Öte yandan, Müslüman köyünün ağası Havvas Ağa otoritesini yitirme kaygısındadır. Köyde eski bolluk bereket kalmamıştır, gurbetçilerin çoğalmasıyla birlikte «başlar da dikleşmeye» başlamıştır. Ağa köylüye yeni ürün alanları bulmak zorundadır, yoksa hiç bir gü-cü kalmayacaktır. Sonunda karar verilir: Eski köy baskınlarından ötürü düşmanları olan Yezidi köyünün kalesi durumundaki bataklık kurutulup pirinç ekilecektir. Bu konuda yasalar kolaylıkla ayarlanır. Ne var ki geriye töreler kalıyordur. Yezidiler ne olacaktır?
Yezida'nın Mahmud'la kaçmaya sevda sözü vermesinin ardından Havvas Ağa yasalarla yenemeyeceği Yezidi köyünü törelerle ezmeye karar verir. İnanışlarına göre, bir kez daire içine alınan Yezidiler, daire silinmedikçe onun dışına çıkamazlar. Bundan yararlanarak, Müslüman Tüfekliler tekmil köyü daire içine alıp hapsedeceklerdir. Böylece onları eylemsiz kılıp bataklığı rahatlıkla kurutabileceklerdir. Bu arada Ağa, toprak hakkı istemesin diye başka bir ağanın Mahmud'a vurgun kızını onunla evlendirmek ister. Genç adam, bir kez daha tö-relerine karşı gelerek, ağasının isteğini kesinlikle reddeder. Yezida'yı kaçırmak üzere onun kırk örüğünü kırk günde ördüğü dilek ağacına gider. Yezidilerce yakalanır ve öldürülür. Mahmud'un ölümü Müslüman köyünde ekonomik bunalımla içten içe duyulan çatlamaları bu kez toplumsal düzlemde açığa çıkarır. Tüm değer yargıları allak bullak olmuştur. «Ekmeğin eski tuzu, başağın eski buğdayı yoktur.»
«Sevginin sevdanın yüreklerden uğurlandığı» Müslüman köyünde genel bir rahatsızlık yaşanırken, Yezida, «sevdasını ölümle ödemek üzere», dilek ağacının altında bir ölüm dairesi çizmiştir kendine. Giderek çoğalan, sahneden taşan kalabalığın tüm yalvarmalarına karşın daireyi silmeyecektir ve her gün bir örüğünü çözerek ölüme daha çok yaklaşacaktır. «Hem kendine; hem törelerine asi» olmayı göze alarak oralara gelip yalvaran Mahmud'un annesini bile dinlemeyecektir. Ve kırkıncı gün kırkıncı örüğünü çözdükten sonra dairenin içinde yığılıp kalacaktır. Aynı anda bataklığın arkasında makine sesleri, traktör, buldozer sesleri sevinç çığlıklarıyla karışmış olarak duyulacaktır uzaklardan; «sessizliği kaplayacaktır, kederi kaplayacaktır, acıyı bastıracaktır».
Törelere karşı savaşta yengi sanayinindir.
On bir sahneden oluşan Mahmud ile Yezida oyununun iki sahnesi (Ayin ve Köyün Dairelenmesi) oldukça kısadır ve konuşma yoktur. Burada yazar gerçek anlamıyla bir «tablo» çizer, bir durumun son derece şiirsel bir betimlemesini yapar bize. Bunlardan ilk sahne olan Ayin, daha çok bir önsöz niteliğindedir, oyunla organik bir bağı yoktur. Trajik bir öğe olarak işlenen dairelenme geleneğini yansıttığı gibi, oyunun tümünü daha baştan bir tören havasına sokar. Öte yandan, yine Ayin sahnesinde görülen kefen öğesi oyunun sonunda da çıkar karşımıza. Yezida, dokuz kardeşinin omuzlarında götürülürken, «herkesi kaplayacak kadar büyük, koskocaman, bembeyaz bir kefen bütün sahnenin üstünü örter». Yazar böylece, oyun boyunca hissedilen feodal toplum/sanayi toplumu çatışmasında feodal toplumun ölümünü görsel bir yolla yansıtmış olur.
Taziye, yine Güney Doğu Anadolu'da geçen başka bir sevda öyküsü. Söz konusu olan yine ölüme «yazgılı» sevgililer. Bu kez evlenebilmişler, çünkü erkek bir ağadır (Bedirhan Ağa), kadınsa düşman bir toplumdan kaçırdığı ve sonradan birbirlerine sevdalandıkları bir ağa kızı: Fatsa Kadın. Mahmud ile Yezida’ya göre burada ağırlıklı olan töre/birey çatışmasıdır. (Feodalizmin ekonomik yönden çatlamasına çok kısa birkaç bölümle değinilmiş ama bunlar oyunun bütününde işlevsel değiller.)Geriye dönüşlerle süregelen ve şimdiki zamanla geçmişin içiçe yaşandığı oyunun konusu kısaca şöyle: Bedirhan Ağa, kendilerine düşman olan başka bir ağanın kızını, kurulmuş düğününden kaçırır ve evlenir. Birbirlerini çok severler, bir de oğulları olur. Bu olay iki toplum arasındaki düşmanlığa düşmanlık kattığı gibi, Bedirhan Ağa'nın annesinin de lanetlerini toplar. Çünkü, «töreler deprem altındadır», çünkü, «sevdaların töresi, toprağın ve aşiretin töresine üstün gelecektir» Bir gece, Bedirhan Ağa konağa gizlice giren gelinin kardeşlerince" öldürülür. Fatsa Kadın suçlu bulunur. Gerekçe olarak, kardeşlerine, aşiretine borcunu ödemek isteyişi gösterilir. Fatsa Kadının söyleyecek her sözü geçersizdir, çünkü ona göre, «kader ya da töreler söylenecek kelâmı söylemiştir». Ölüme yazgılıdır o. Fatsa Kadın'ın tragedyası burada da bitmez. Ölümü, yine töreler gereği, babasının yerine ağa olan oğlu eliyle olacaktır. Son derece dramatik bir sahnede Fatsa Kadın oğlunu kendini öldürmeye ikna eder: “İnsan demek töre demektir, töre demekse öldürmektir. Ha usul usul, ha bir göz kırpımında...” Oğul anayı öldürür. Törenin buyruğu yerine getirilir. Getirilir ama bir şeyler de değişmektedir usul usul. Oğul anasının taziyesini tek başına tutacaktır. Oyun öyle bir biçimde biter ki, bin yıl yaşlanmış genç çocuğun anasını mı, babasını mı, yoksa töreleri mi vurduğu belli olmaz. Taziye oyunu yapı olarak altı bölümden oluşur. Yazar bu bölümleri şöyle ayırır: Önoyun, 1. Bölüm, Araoyun, 2. Bölüm, İfa Sahnesi, Taziyeler.
Kendi içinde iki kesitten oluşan önoyun'un ilk kesitinde Fatsa Kadın'ın kardeşlerinin, leş sürür gibi, bir kefeni sahneye getirip bıraktıklarına tanık oluruz. Bu kısa sahne, Mahmud ile Yezida da izlediğimiz Ayin sahnesininkine benzer bir işlev üstlenir oyunun genelinde. Ses ve ışık etmenleri, oyuncuların törensel tutumları da göz önüne alınınca kefen getirme sahnesi yapıta egemen olacak “Ölüm” havasını, daha seyirci/okuyucuyla ilk karşılaşmada yaymaya başlar. Ve bu törensellik, diğer yapıtta da olduğu gibi, oyun boyunca sürer. Mahmud ile Yezida’da daha baştan yaşanan ağıt olayı, bu oyunda bir taziye töreni olarak çıkar karşımıza. Yazar, her iki yapıtında da oldukça yoğun olarak duyulan o trajik havayı verebilmek için her türlü tiyatrosal öğeyi (nesnelerin, ses ve ışık etmenlerinin kullanılışı, renkler, kişilerin tutumları, söylemleri...) ustalıkla kullanır. Her iki yapıtın ortak öğelerinden biri olan kefen, Mahmud ile Yezida'da yalnızca oyunun başında ve sonunda çıkarken, Taziye'de hep sahnededir ve çok işlevseldir. Kefen, doğum yatağı, beşik, çadır, çarşaf...
Işıklandırmada çok sık başvurulan Karanlık /Aydınlık oyunları (burada Karanlık sahneyi karartma amacıyla değil, bir renk olarak kullanılır, bir roldür.), nesnelerin çoğunun kara ve ak renkte olması (Ak Kefen, Kara Tabanca, Kara Çarşaflı Kadınlar, Ak Çarşaflı Kadınlar...), ve bunlara yer yer kızıl, "ateş renkli öğelerin birer leke olarak katılması (Kızıl Çapıt, Ateş Rengi Ay, Kırmızı Boya, Meşale...) oyunların, o törelerine bağlı Doğulu insanların katılıklarının, tutkularının birer göstergesi, sahneye son derece estetik olarak yansımasıdır. Sürekli olarak uzaktan duyulan ve nereden geldiği belirsiz sesler dolanır çevrede: Hırıltılar, köpek ulumaları, mırıldanışlar, usul usul ağıt sesleri, makine sesleri... Bunların arasına yer yer serpiştirilmiş uzun sessizlikler, gergin bekleyişler, ağır bir hava, ölüm havası... Konuşmalar, Doğuya özgü destansı bir söyleyiş biçiminde olmakla birlikte hiç bir abartıya kaçılmamıştır. Tam tersine, Murathan Mungan o Doğuya özgü söylemden son derece şiirsel bir anlatım çıkarmıştır. Biçemde olsun, imgelemde, dramatik teknikte ya da karakterlerin işlenişinde olsun, şiirselliği hiç elden bırakmaz. Ayraç arasında yazdıkları ve genelinde kuru birtakım teknik bilgiler olması gereken yazıları bile estetik bir değer taşır. Çevreyi, renkleri, havayı en küçük ayrıntısına dek betimlemeleri hep şiir doludur. Öyle ki, Mahmud ile Yezida, ve Taziye'ye neredeyse «görsel metin» diyebiliriz. Çünkü bunlar yalnız okunmuyor, görülüyor da. Her iki oyun da birer şiir kitabı olarak bile okunabilir. Yazar, yazdıklarını o kadar yaşıyor ki, bir yerde iyice kaptırıyor kendini ve ayraçta, kahvenin «acı» olduğunu bile söylüyor!
Sık sık koronun kullanıldığı, yazgının söz konusu olduğu, ulakların gidip geldiği bu oyunlarda dikkati çeken bir başka nokta da “duvar” ögesi. Her ikisinde de sahneye kalın uzun bir duvar ya da surlar egemen. Buralara ya Tüfekliler yerleştirilir ya da Çarşaflı Kadınlar, yani törelerin koruyucuları… Oyunlar ilerledikçe bu duvarlar giderek simgesel bir anlam yüklenirler ve törelerin ta kendisi olurlar, insanların ardlarına sığındıkları ve çatlamasınlar diye nice kurbanlar verdikleri töreler…
Murathan Mungan’ın oyunları yönetmenleri oldukça zorlayacak türden. Titiz bir dramaturji çalışması gerektirdikleri gibi, her alanda kullanılan tiyatrosal tekniklerin dilini çözebilecek, göstergeleri değerlendirebilecek tutarlı bir birikim, duyarlılık ister. Böyle bir çalışma, kuram ve uygulama açısından son derece ilginç ve yararlı olabileceği gibi, tiyatroda yeniliklere, genç soluklara, sahne trafiğinden başka bir şey yapan yönetmenlere susamış seyircimiz için de gerçek bir sanat şölenini oluşturacaktır.









  • OYUN ADI:
    Mahmud ile Yezide, Taziye
  • YAZAR:
    Murathan Mungan
  • YAYIN ADI:
    Günümüzde Kitaplar
  • YAYIN TARİHİ :
    Şubat 1985
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,