Makale : İnceleme : Oyun Metni: Maske ve Ruh
Maske ve Ruh
Maske Ve Ruh, birbiriyle sıkı dost olan Nasreddin Hoca ile "Şekispir"in Ahret ile Dünya arasında mekik dokuduğu, "Klemanso, Vilson, Briyan" gibi kişiliklerin gökyüzünden yeryüzünü izledikleri, "Sokrat"ın ruhla ilgili tartışmalara katıldığı ya da Ibni Haldun'un Ahret'te de etkinlik gösterdiği "fantezi" bir oyun. İlk olarak 1945 yılında Remzi Kitabevi'nde basılan yapıtın önsözünde yazar Halide Edip Adıvar, " Maske Ve Ruh, yazalı on yılı geçti, diye başlar söze. Fakat dünyaya Nasreddin Hoca gözü ile bakan bir eser yazmak emeli gönlümde yirmi üç küsür sene evvel Akşehir'de doğdu". Bu olanağı ona sunan, doğasıyla, insan yapısıyla, ruhuyla "Akşehir Sanat Mektebi" olmuştur.
Savaş öncesi "uygar" dünyayı ve "uygarlığı" tehdit eden sorunların yorgun düşürdüğü Halide Edip Adıvar, Akşehir'in insana barış ve huzur, güzellik aşılayan havasını soluduktan sonra, dünyaya biraz da Nasreddin Hoca gözüyle bakmak, olayları bir de Nasreddin Hoca gibi kavramak istemiştir. Ve geleceği etkileyecek kimi değerlerin birbirlerine karşıt gibi durmaları ona "cihet tayin ettiremeyen bir fikri pusulasızlık" gibi göründüğünden, kahramanı Nasreddin Hoca olan bu "fanteziyi" yazmıştır.Maske Ve Ruh Önsöz, Prolog, dört perde ve 24 sahneden oluşur. Oldukça karmaşık yapısı ve olay (lar) örgüsü sunan oyun dört ayrı zaman diliminde geçer: Hoca'nın yaşadığı 14. yüzyıl, 21. yüzyıl, 22. yüzyıl ve zaman dışı olarak adladırabileceğimiz  Ahret dilimi. Uzam da ilginç bir çeşitlilik içindedirler: Akşehir, Londra, tüm dünya ülkelerinin örnek aldığı ülküsel kent Kalopatya "Yeryüzü"nü oluştururken, Ahret ile Ahret'e giden yol da "Gökyüzü"dür.
Maske Ve Ruh, Doğu ve Batı uygarlığını, giderek uygarlık kavramını tartışan, bunların aracılığıyla yeni dünya düzenini sorgulayan ve çağdaşlık maskesi takayım derken ruhun yitirilmesinden duyulan kaygıyı dile getiren bir yapıt. İleride de görüleceği gibi, olaylar ve geçtikleri yerlerin ve uzamların renkliliği Shakespeare'den Ibni Haldun'a, Nasreddin Hoca'dan Sokrates'e dek uzanan geniş insan malzemesiyle melekler, hayvanlar ya da insan ruhları gibi yaratıkların olağanüstü nitelikleri, bunların söylem ve davranışları oyunu keyifli, hatta eğlenceli kıldığı gibi, okuyucuda/seyircide absürdün verdiği bir tad bırakmaktadır.
Maske Ve Ruh, anlatılanları aktarabilmenin en sağlıklı yolu, olayları, daha doğrusu konuları, yaratılan uzam ve zaman dilimlerine göre ele almak olacaktır.
Yapıtın ancak küçük bir bölümü Nasreddin Hoca'nın yaşadığı ileri sürülen 14. yüzyıl Akşehir'inde geçer. Oldukça uzun olan geriye kalan bölümün neredeyse yarısı 21. yüzyılda Yeryüzü'nde, öteki yarısı da Ahret'te yaşanır. 22. yüzyıla ise ancak oyunun sonunda, Ibni Haldun'un ağzından, dünyadaki son durumun aktarımı bağlamında tanık olunur. Kurgudan da anlaşılacağı gibi, Halide Edip Adıvar'ın, birçok yan öğeyle birlikte, oyunda asıl işlemek istediği yeni değerler, yeni kimlikler peşinde olan dünyanın geleceğidir.
Aynı zamanda oyunun başlangıcı olan 14. yüzyıl Akşehir dilimi Nasreddin Hoca'nın ölüm döşeğindeki son anlarını gösterir bize. Öleceğine pek sevinmektedir Hoca ve yeni bir ülke görecekmişçesine Ahret'i merak etmektedir. Son iki isteği vardır: Eşeği Bozoğlan’ın da cennete gelmesi ve karısını bir daha hiç görmemek.
Aynı zaman ve yer dilimi ikinci kez, ölen Hoca'nın Ahret yolundan Yeryüzü'ne dönüp türbesine gelmesiyle çıkar karşımıza. Eşeğini aramaktadır kahramanımız, amacı onu da yanında götürmektir. Türbenin çevresinde dolanmakta olan ölmüş hayvan ruhlarının konuşmalarından bunların birer ruh olarak insanların içine girip onlara hükmettiklerini öğreniriz. Örneğin Timurlenk bir insan olarak doğmuştur ama ona dadanan kaplan ruhu herkese işkence yapmasına neden olmaktadır.
Hoca, Bozoğlanı bulmasına bulur da onunla birlikte gelmesini sağlayamaz. Bozoğlan kendisiyle pazarda hep alay etmiş olan Ahmedi Şirazi adlı ozanın maskesinin ardına gizlenerek öc almak niyetindedir, eski efendisine Şirazinin de bulunacağı Timurlenk'in divanına birlikte gitmeyi önerir. "Akıl ve hikmetin eşeklerin ağzına kaldığına" hayıflanan Hoca, eşeği aşkına razı olur. Divan'da Ibni Haldun ve Şirazi Timurlenk'le birlikte kudret, hükmetme ve tanrı korkusunu tartışırlar.
Halide Edip Adıvar eskinin dünya görüşünü ve tartışmaları verdikten sonra, bir de Gökyüzü'ne, Ahret'e çıkartır bizi, oradaki düşünceleri, dünyanın uzaktan nasıl göründüğünü aktarmak ister. Ahret sahnelerinin çoğu "Orta Cennet" olarak adlandırılan ve insanların cennete girmeden önce dinlendikleri, cennet havasına alıştıkları bir yerde geçer. Ölümlüler Ahret'te de bir takım örgütlenmelere girmişlerdir. Örneğin "insan İşleri Cemiyeti", Yeryüzü'ne dönmek isteyen Gökyüzü sakinlerinin bir dilekçeyle başvurdukları yerdir ve dilekçeyi "Çocuk İmalathanesi"ne iletmektedir. Böylece dileyen bir ana rahmine bebek olarak yerleştirilip yeniden doğabilmekte, daha aceleciler de doğrudan ruh olarak bedenlere girebilmektedirler. Bu kuruluşun Habeş başkanından dünyadaki işlerin pek parlak olmadığını öğreniriz. Yeryüzü'ndeki karmaşanın, geçimsizliğin Gökyüzü'ne sıçramasından korkulmaktadır.
Nasreddin Hoca kendini "kafiye düzücülerin şahı" olarak tanıtan Şekispir'le tanışır, Orta Cennet'te ve çok iyi dost olurlar, Hoca'nın "Çorbacı" olarak çağırdığı bu kırmızı sakallı, koca kafalı adam "İnsan İşleri Cemiyeti Şair Mümessili"dir. Hoca ise Gökyüzü'ne keyif çatmaya gelmiştir, İnsan Işleri'ne girmeye hiç niyeti yoktur. Aslında Orta Cennet Şekispir'i sıkmaktadır, en sıradan öykülerinde yaşananları bile buradakilerden çok daha hareketli bulmaktadır. Kadınlardan da konuşulur. Hoca onlardan çok çekmiştir, son isteğinde bile artık görmek istemediğini söylediği karısının sesini hâlâ duymaktan yakınır. Ozan ise kendini, "Ta cennete kadar sürüklediğim dünyanın fikir ve his çöplüğü üstünde kıyamete kadar ötmeye mahkûm serseri bir horoz" olarak tanımlar. Bozoğlan ise efendisinin bayat şakalarından sıkılmıştır. Aklı fikri Ahret'te hayvanları insan yapan yere gidip dünyaya insan olarak dönmekte ve kendine yapılan eziyetlerin öcünü almaktadır. "İnsan İşleri Cemiyeti"nin başkanı olarak karşımıza çıkan Ibni Haldun'un, Nuh'un on iki bininci yıldönümü törenlerine katılma önerisini geri çevirirken eski efendisine de aşağıda kendi yerine geçmesini önerir.
Bu durum karşısında mahzunlaşan Hoca'yı avutmaya çalışan Şekispir ona, insan ya da eşek, her yaratığın birer maske olduğunu söyler, Bozoğlan'ı aramak için de yeryüzüne inmesin öğütler. Onları yeni haberler edinmek için dünyaya göndermeyi tasarlayan Ibni Haldun Bozoğlan’ın Akşehir’de , yetişmiş bir adam olarak yaşadığını bildirir, Hoca da onunla yaşıt bir  amcaoğlunun ruhuna girdikten sonra eşeğiyle birlikte huzura erecektir. Sıra, "insan İşleri Cemiyeti"nin kongresinin yapılmasına gelir.
Aralarında , "Sokrat 'ın da yer aldığı kongre  üyelerinin amacı, iyice kötüye giden dünyanın kurtulmasıdır. Üç ayrı dünya görüşünü temsil eden konuşmalara tanık oluruz burda. Demokrasi ve barıştan yana olduklarını söyleyen "Allar", insanın yeteneğinin ve zekâsının belirleyiciliğini savunurken "Kızıllar", hakkın "liyâkat ve zekâya" değil, ihtiyaca dayanmasından yanadırlar. "Eflâtunlar" ise dünyadaki kargaşayı insanların tek bir örneğe, bir et maskesine dönüştürülmesine bağlamaktadır. Sözcüleri olan Ibni Haldun'ca ruh, varlığın ta kendisidir ve yaratma, ilerleme, yaşama yeteneği insanın ruhundan gelir. Şekispir Eflatunlar'ın görüşünü paylaşırken Hoca her üç renkten yana olduğunu açıklar.
Nasreddin Hoca ile Şekispir yeryüzüne indiklerinde takvim 21. yüzyılı göstermektedir. Hoca, Londra'daki Türk sefaretinde görev yapan ve ara sıra sıtma nöbetleri geçirip birtakım hayaller gören Nasır adlı bir başkatibin ruhuna girmiştir, Şekispir de onun İngiliz gazeteci arkadaşı Şeyk olarak karşımızdadır. Önce Londra’daki evinde gösterilen Nasır, ülkesinin çağrısı üzerine Şeyk’le birlikte Akşehir’e gelir.
21. yüzyıl Türkiye'sinde insanlar, eski değerlerden kopulmamasını savunanlar ve Batı hayranları olarak ikiye ayrılmıştır. İkinci takım Nasreddin Hoca'nın türbesini asfalt yollarla çevrelemiş, özgün mimariyi değiştirip yapıya modern bir görünüm kazandırmaya çalışmıştır. Çingene müziğine, göbek dansına, rakıya karşı olup, caz ve Avrupa salon danslarını savunmakta, viski içmekte ve çağdaşlaşmayı makinalaşmayla bir tutarak çocuklarına "Makinalaşmak istiyorum" şarkısını öğretmektedir. Bunlara kalsa, eskiden kalan ne varsa yıkılmalı ve her şeye sıfırdan "Batı usülü" başlanmalıdır. Ayrıca, "Nasreddin Hoca'nın Çömezleri" adlı gizli bir örgütün duvarlara modernlik karşıtı afişler astığını öğreniriz.
Başbakan Timur, düşüncelerini değiştirebilmesi için, eskiyi savunan Nasır'ı makina ve robotlar kenti Kalopatya'ya, bir inceleme gezisine gönderecektir. Şeyk ile Timur'un arasında geçen Timurlenk tartışması sırasında sıtma krizine tutulan Nasır ansızın Şeyk'in arkasında Shakespeare'i, Timur'da Timurlenk'i, valide padişahın cücesini, Mahir'de de Bozoğlan'ı görünce koşup Bozoğlan'ın boynuna sarılır. Daha önce de hayaller gören Nasır bu kez iyice hastalanmıştır. Gördüğü son düşte Hoca ile Şekispir yer alır. Kalopatya'ya gitmeden önce cennete uğrayıp, Ibni Haldun'la "Vilson", "Klemanso" ve "Briyan'a aşağıyı anlatmaktadırlar:
Herkesin suratı asık olan yeryüzünde sürekli olarak yukarıdakilere sövülmektedir. “Vilson”, “Klemanso”, “Briyan”ın sorunu ise dünyada yaşarken yaptıklarının hâlâ sürüp sürmemesidir.
Havada "taksi tayyarelerinin bir yıldız alayı" gibi dolaştığı, suyun üstünde kano otomobillerin görüldüğü, milyon gözlü canavarlara benzeyen yapıların göklere meydan okuduğu, evlerde odun ateşi yerine onun imgesini veren elektrik alevlerinin kullanıldığı bir kenttir Kalopatya. Yeni düzenle ilgili görüşler üç kişi aracılığıyla aktarılır seyirciye: Kadın kulüpleri başkanı Maria, pazar okulları genel müdürü Olga ve "Kalopatya İlerci Gençler Kulübü" başkanı ressam Karel.
Olga hıristiyanlığı uygarlıkların kaynağı olarak görmektedir, Maria için artık "din taasubu" diye bir şey kalmamıştır, ayrıca dünyada din olarak bir tek hıristiyanlığın olmadığını söylemektedir. Karel ise hıristiyan uygarlığının yalnızca makinalaşma, bayağılaşma uygarlığı olduğunu düşünür. Ona göre Kalopatyalılar ruhlarını yitirmişlerdir ve yabancıların kendilerini kurtarmalarını ister. Yeni uygarlık anlayışını şu çarpıcı tanımlamayla dile getirir konuklarına: "Mesut eden değil, meşgul eden medeniyet. Kafasının içinde fikir, kalbinin içinde his bırakmayan, mütemadiyen uçuran, koşturan, yediren, içiren medeniyet..."
Oyunun son sahnesinde yine Ahret'e dönülür. Hoca ile Şekispir'in karamsarlığına karşın Ibni Haldun umutludur, onlar Ahret'e gelinceye dek aradan bir yüzyıl daha geçtiğini ve dünyanın artık ruhdan yana olduğunu iletir. Şekispir'e göre yeryüzü yalnızca bir mideye dönüşmüştür ve artık gerçek cennete gidip sonsuz barışa kavuşmayı diler. Hoca da elinden geleni yapmıştır dünyada, duvarlara korsan afişler bile asmıştır ama canını da ruhunu da zor kurtarmıştır; Ahret'in dünyayı, ruhların da ölümlüleri rahat bırakmalarını istemektedir. Şekispir dünyaya kesinlikle dönmeyi düşünmezken Bozoğlan ya tam insan, ya da tam hayvan olmak özlemindedir. Hoca' ya gelince... Ibni Haldun'a göre, eşeği olsa da olmasa da, o her dönemde insanları güldürmek için yeryüzüne inecektir.
1930'larda yazdığı oyununda Halide Edip Adıvar, ele aldığı sorunu işlerken, onu besleyeceğini düşündüğü yan konu ve temalara da başvurur: Bir yandan insanın kendi özünden kopmaması maske ve ruh ilişkisi bağlamında anlatılırken, öte yandan kudret, hükmetme, din, tanrı korkusu vb. konular işlenir ki bu da, kimi zaman asıl konunun dağılmasına neden olur.
Uzam ve kişi betimlemelerinde de yazar, yine aynı kaygıyla (seyirciyi beslemek, onu olabildiğince donatmak) ayrıntılara önem verir, uzun açıklamalarda bulunur. İnsanlar ya da meleklerin boy poslarından, burunların biçimine, yüz orantılarına denk her şey tek tek çizilir. Üstünde titizlikle  durulan bir başka nokta da benzersiz bir atmosfer yaratılmasıdır. Herhangi bir sahnede verilmek istenen hava, her boyutta iletilmeye çalışılır; amaç, tüm renkleriyle, giysileriyle, sesleriyle fantastik bir masal dünyası kurmaktır. Son derece özgür ve rahattır da yazarımız: Maskelerin ardındaki gözler uzun ve yapay kirpiklerin arasında olağandışı bir humma ile yanmalıdır, havada '"garip ve lâtif" hareketlerle melekler yüzmelidir, Ahret'teki kongre sahnesi ise "sesli bir film halinde cereyan etmelidir"...
Sıkça sesli düşünme biçimine başvurduğu oyununda dünyaya Nasreddin Hoca gözüyle bakmayı deneyen Halide Edip Adıvar zekice hazırlanmış gülünç, absürde varan öğelerle anlattıklarına renk katmıştır. Örneğin cennette yan tutulmadığından, kapıda bilet kesmek için duran kişi, hırıstiyanların inandığı gibi Sen Piyer değil, Adem ve Havva'dır. Ya da sürekli olarak karısının sesini duymaktan yakınan Hoca'ya Ibni Haldun, sinirleri bozuk olduğu için, cennette psikanaliz yaptırmasını önerir.
Halide Edip Adıvar, döneminin gündeminde önemli yer tutan bir soruna getirdiği çözüm önerisini, bu kez tiyatro diliyle anlatmaya çalışmıştır.
I
Maske Ve Ruh'u sahnelemek oldukça güç, yaratıcılığı ve sahne dilini zorlayacak türden bir yapıt çünkü. Yapısının tüm karmaşıklığına, ayrıntı bolluğuna karşın yaratıcıya, ülkemizde ender rastlanan biçimde, fantastik çalışmaya yatkın bir malzeme sunmakta. Öte yandan oyun, yazıldığı dönemle ilgili etkiler taşımakla birlikte, uzantıları günümüzde de süren birtakım tartışmaları, çatışmaları ele almaktadır.
Çağcıl bakış açısı ve incelikli bir dramaturgi çalışması Maske Ve Ruh, 'u sahnelerimize kazandırmakla kalmayacak, Halide Edip Adıvar gibi bir yazarımızın içtenlikle kaleme aldığı yapıtı da gündeme getirmiş olacaktır. Yaratıcılığını ve sahne dilini zorlamayı göze alan bir yönetmeni beklerken, oyunun en azından okunup incelenmesinin yararlı olacağına inanıyorum.
  • OYUN ADI:
    Maske ve Ruh
  • YAZAR:
    Halide Edip Adıvar
  • YAYIN ADI:
    Tiyatro Dergisi
  • YAYIN TARİHİ :
    Şubat 1997
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,