Kuvayı Milliye
“Bir sanatı tanımlayan, kopyası çıkarılan nesnenin doğası değildir (oysa tüm gerçekçi anlayış ısrarla bu önyargıyı taşır), söz konusu nesneyi yeniden oluştururken insanın ona kattığıdır sanat. Teknik, her tür yaratının ta kendisidir.”
Müşfik Kenter’in yorumladığı “Kuvayı Milliye”yi seyrederken aklıma hep Roland Barthes’in bu sözleri geldi. burada yaratının kendisi olarak betimlen Teknik, yaratıcı çalışmada mesleksel beceriyle bezenmiş performans gösterisi değildi elbet; yalnızca estetik kaygılarla yeni uygulama peşinde koşmak da değil. Teknik, bir bakıma, yaratıcının yapıtını oluşturma sürecinde verdiği uğraştı, elindekini nasıl biçimlendirdiğiydi, biçimlendirirken de kendinin biçimlendiği. Peki ya Müşfik Kenter ne katmıştı, ya da ne katabilirdi, Nazım Hikmet’in şiirine?...
1960 yılında Adnan Benk bir yazısında yine Müşfik Kenter’den söz ederken “Baktım, diyor, getirdiklerine değil, düşmediği hatalara kayıyor ilgim.” Bugün de “Kuvayı Milliye”de ilk dikkati çeken nokta, Müşfik Kenter’in düşmediği yanlışlar. Sonra da şiire sanatıyla, kişiliğiyle, ruhuyla kattıkları…
Her şeyden önce, Müşfik Kenter “Kuvayı Milliye”i halkın önüne çıkarmadan kendi süzgecinden geçirmiş, bize en göz-gönül alanı değil, en özlü olanı vermeyi seçmiş. Elindeki malzemeyi, Nazım hikmet’in şiirini, gerek yapı gerekse dil olarak yeniden ele alıyor, bunları benimsiyor ve kendi oyuncu kişiliğiyle birlikte sahnede buluşturuyor; onlarca kez okuduğumuz, dinlediğimiz Nazım Hikmet’i, kendi ışığı altında bir kez daha aydınlatıyor. Metni titizlikle incelediği, her şiiri ya da mektubu kendi yapıları içinde değerlendirdiği, her öğeye hakkını vermeye çalıştığı gözlemleniyor. Sözcükleri, sözcükler arasındaki ilişkiyi nasıl vurguladığına, tümceleri nasıl sahnelediğine tanık oluyoruz. Sahnede son derece rahat hareket eden, aslında sürekli denetim altında tutulan bedeninin her devinimi söylemi destekliyor, onunla bütünleşiyor. Hiçbir abartıya, ucuzluğa kaçmadan şiiri tiyatrolaştırıyor, “tiyatro yapma” adına şiiri yok etmiyor.
Müşfik Kenter estetik ile Etik’i sahnede başarıyla çakıştıran bir sanatçı. Eline hangi metni alırsa alsın, tüm duyarlılığını, zekasını, birikimini seferber edip İnsan’ın peşine koşuyor, tüm çabasıyla onu yakalamaya çalışıyor. Yakalıyor da. “Kuvayı Milliye”de şiirin ardındaki İnsan’ı, insan sevgisini işliyor sahnesinde; işin kolayına kaçmadan, insanın özüne inerek, duygu sömürüsünden uzak. Canlandırdığı kişilerin özelliklerini yansıtırken abartıya, karikatüre sığınmıyor, hele taklide hiç başvurmuyor; yalnızca bir iki çizgiyle gösteriyor onları. Ama öyle bir oyunculuk keyfiyle çiziliyor ki bu kişiler, seyircinin yüreğine açılan kapılar aralanıyor ve söz ile eylemin ardında yatan içeri, ta derinlere sızıyor, içinize işliyor.
Müşfik Kenter’in sanatsal anlatımının hazzı seyirciyi sürekli uyanık ve zinde tutuyor.
Kendini Nazım Hikmet’in kah soluk kesen buruk sızısına bırakan, kah mutluluk ve alay dolu yanını yaşayan seyirci, önüne koyulmuş olan basmakalıp dekordan, yapay ses ve ışık etmenlerinden rahatsız olmuyor. Sıradan bir sanatçının oyununu rahatlıkla engelleyecek denli zayıf ve zevksiz kaçan sahne düzenlenmesini Müşfik Kenter varlığıyla, sanatçı gücüyle yok ediyor. Sahnede Nazım Hikmet’i yüceltirken kendi de birlikte yüceliyor.
Oyundan sonra Nazım Hikmet’i, Müşfik Kenter’i kendimizle birlikte eve götürüyor, onların hayalleriyle yaşıyoruz bir süre; içimizi aydınlatan, umut veren hayalleriyle.
Müşfik Kenter insanda tiyatro duygusunu yaşatıyor.





  • OYUN ADI:
    Kuvayı Milliye
  • TOPLULUK ADI:
    Kent Oyuncuları
  • YAZAR:
    Nazım Hikmet
  • UYARLAYAN:
    Oğuz Aral
  • YAYIN ADI:
    Gösteri Dergisi
  • YAYIN TARİHİ :
    Şubat 1992
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,