Makale : İnceleme : Oyun Metni: Kuraklığın Acımasız Havası
Kuraklığın Acımasız Havası
Piet Bezuidenhaut: Kırk, kırk beş yaşlarında bir Afrikaner. İngiliz şiiri tutkunu. Her fırsatta Afrikaner ağzıyla hayranlık duyduğu dizeleri söyler, alıntılar okur. Çiftçilik yaparken kuruyan, ölen toprak karşısında güçsüzlüğüne daha fazla dayanamayıp kente gelir. Burada zencilerle birlikte bir eyleme katılır ve insanlar arasında kendini yeniden canlanmış, yeşermiş hisseder. Oysa ikinci “kuraklıktır” Piet’i bekleyen, muhbir olmasından kuşkulanan arkadaşları ondan uzaklaşırlar. Bir kez daha tek başına kalmıştır ama bu seferki kuraklık doğa değil insan yapısı bir kuraklıktır. Ayakta kalabilmek için sarısabır çiçeklerini örnek alır kendine. Bunlar da dikenleriyle, kalın etli yapraklarıyla direnmiyorlar mıdır toprağa? “Belalı bir yer olan bozkırda başkaldıran bir görkemdir” sarısabır çiçekleri. Ne olursa olsun direnecektir Piet, bu yolda her şeyini yitirse de serinkanlı kalacak, özgüveni sarsılmayacaktır.
Gladys Bezuidenhout: Piet’in karısı, aynı yaşlarda. Yaşamında bazıları öyle anlar olur ki kendini dünyada tek başına kalmış hisseder. Yakın çevresinde yalnızca “amaç” için yaşayanları görmekten bıkmıştır, bir türlü kaptıramamıştır kendini bu “dava”, “özgürlük”, “halk” işlerine. Sarısabır çiçeklerine de inanmaz, hepsi aynıymış gibi gelir ona, örnek alınacak bir yan da görmez: “Bir konserve kutusuna ekmedi mi beni Tanrı?”. Ülkedeki  şiddet havasının bu çiçeklere de geçtiğine inanır, sakınmaya çalışır onlardan. “Ayakta kalmak değil, hayatını yaşamak” ister Gladys.
İnsanların korkaklıklarına, kandırmacalarına, yalanlarına isyan eder, birtakım gerçeklerin artık oldukları gibi görülmelerini ister. Böyle bir ortamda her insanın kendi cehennemini yaşadığını haykırır Steve’e. “ Canı yanan yalnız sen değilsin Steve” der. “Bu ülkede kurban olmak için ille de politikaya bulaşmak, karaderili olmak şart değil!” Gerçekten de Gladys ülkesindeki ırk ayrımının bedelini bir beyaz olarak fazlasıyla ödemiştir. Evlerini arayan polisler tuttuğu günlüğü baştan sona okuyup yanlarında götürmüşlerdir. Bunun ardından kadının ruhsal dengesi bozulmuş, herkesten korkar, kaçar olmuştur.
Steve Daniels: Piet’in arkadaşı, kahverengi derili, Güney Afrika yerlisi, aynı yaşlarda. Ayrımcılığa karşı yıllarca savaşmış yirmi dört yıllık duvarcı ustası. Bir ihbar sonucu hapise girip çıktıktan sonra çalışma yasağı yemiş. Dört yıldır ellerini kullanamıyor, daha da kullanamayacak, sakat bırakılmış gibi. Ülkesine karşı olan borcunu fazlasıyla ödediğine inanır. “Dava” konusunda başarısızlıklarını kabul eder. Ona göre yenilgi kesindir. İşler daha da kötüye gitmektedir üstelik. Durum böyleyken ailesini daha fazla süründürmenin hiçbir anlamı yoktur. Umutsuzdur. İngiltere’ye yerleşmeye karar vermiştir. Arkadaşının da kendisi gibi yapmasını ister. “Gel İngilere’ye” der. “Oturup istediğimiz konuda, istediğimiz kadar konuşuruz… Burada da başka bir şey yapmıyorduk ki.”
Piet, Gladys ve Steve, herkesin her şeyden kuşkulandığı, korktuğu bir Güney Amerika ortamında yaşarlar. Ülkelerindeki ırk ayrımına karşı yapılan eylemlere dolaylı ya da dolaysız katılmış, yenik düşmüşlerdir. Steve şöyle açıklar yenilginin nedenini: “Politikacılık oynayan bir avuç izciden başka bir şey değildik biz. Ama o sömürgeci takımı, kimsenin gözünün yaşına bakmadan oynamasını biliyorlar bu oyunu. Onlarla başa çıkabilmek için, kurallara aldırmayan adamlar gerek. Biz bunu hiç yapamadık.”
Steve kurtuluşu bir daha hiç dönemeyeceğini bile bile, İngiltere’ye gitmekte bulurken Gladys düzenli olarak yazdığı günlüğüyle yaşamaktadır, Piet ise sarısabır çiçeklerine vermiştir kendini. Aslında üçü de barındıkları “sığınaklarında” her şeye yeniden başlayacaklardır. Bir tür yaşama yeniden başlamak olacaktır bu. Steve “yolculuğa” henüz hazır değildir ama İngiltere’ye gitmenin zorunlu olduğuna inanmaktadır. Galdys ırzına geçilmesiyle bir tuttuğu, günlüğünün okunması olayından sonra yazamamaktadır; polisler, tüm gizlerini elinden alıp içini boşaltmışlardır sanki. Son olarak zorla götürüldüğü hastaneye bu kez kendi gitmek ister. Orada yeniden günlük tutmayı, “boş sayfaları doldurmayı” deneyecektir. Piet, bunca özendiği sarısabır çiçeklerini ancak teneke kutularda yetiştirebildiğinin bilincindedir. Ne var ki çiçekler tutmuştur ve hızla yeni türler eklenmektedir aileye.
İki bölümden oluşan Sarısabır Çiçeklerinden Bir Ders oyunu “mutlu son”la bitmiyor, muhbirin kim olduğu da açıklığa kavuşmuyor. Athol Fugard, yalnızca ülkesindeki “kuraklığın sert ve acımasız” havasını yansıtmak istemiş yapıtında. Bunu tiyatro yoluyla aktarmayı seçmiş ama konusunu işlerken tiyatronun kendi dilini, biçimini göz önüne almaktan çok içeriğe ağırlık vermiş. Bir başka deyişle oyun, yönetmene, oyuncuya, kısaca sahneye tanıdığı tiyatro olanaklarından çok, konusu bakımından ilgi çekiyor.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

KİTAPTAN BİR BÖLÜM

Gladys: Bana hepsi aynıymış gibi geliyor. Dikenler, kalın etli yapraklar.
Piet: Elbette. Bu türün yani zambakgillerin belirgin özelliği bu. Otlak hayvanlarına karşı korunmak için, bir de kuraklığa karşı nem depolamak için. Ne tür ama! Sorun da bu ya.
Gladys:: Kokuları var mı peki?
Piet: Öyle bir özellikleri yok. Ama eskiden yapraklarından çıkan acı özsudan bir çeşit müshil yapılırmış. Kutsal kitapta da adı geçiyor bu çiçeklerin.
Gladys: Ne diyorsun! Müshil, Kutsal Kitap! Ama bunlarında pek hayrı yok bu çiçeklere. Tersine daha kötü şeyler getiriyor insanın aklına.
Piet: Nasıl yani?
GLADYS: Ne bileyim, pek güzel bitkiler değil bunlar. Dokunamadığın, dokunmak istemediğin bir şeyi anlatan bir kelime var mı? işte öyle bir kelimeyle anlatılabilir bu bitkiler.
PİET: Gülün de dikeni var.
GLADYS: Ne ilgisi var? bir kere mis gibi kokusu var güllerin. Sonra göze de güzel görünüyorlar, çeşit çeşit renkleriyle. Ama bunlar…(sarısabır çiçeğini eliyle iter) Hayır, teşekkür ederim…


  • OYUN ADI:
    Sarısabır Çiçeklerinden Bir Ders
  • YAZAR:
    Athol Fugard
  • ÇEVİRMEN:
    Cevat Çapan
  • YAYIN ADI:
    Cumhuriyet/Kitap
  • YAYIN TARİHİ :
    Mart 1990
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,