Hangi Ulusal Değer?
Kültür ve sanat yaşamımızın acıklı konularından biri olan müze sorunu kendini özellikle tiyatro alanında duyuruyor. Üstelik İstanbul'da Yıldız Sarayı Müzesi'ne bağlı olarak Türk Sahne Sanatları Müzesi adlı bir kuruluş varken... Bu müzenin varlığı bu kanıyı değiştirmek bir yana, gerçek bir tiyatro müzesinin boşluğunu insana tekrar tekrar yaşatıyor.
Mesut Yılmaz'ın Kültür Bakanlığı döneminde yeterli malzeme toplanmadan apar topar açılmışa benzeyen ve zamanla, değişen hükümetler başta olmak üzere, kimsenin sahiplenmediği bir müze daha doğmadan ölmüştür. O dönemde yaşamakta olan tiyatro sanatçılarının, bilim adamlarının, araştırmacıların ya da aramızdan ayrılmış olanların yakınlarının büyük çoğunluğunun müzeye bağışta bulunmamaları, belki de beklemeyi yeğlemeleri söz konusu girişimle ilgili bir takım kaygıların varlığını gösterir. Haklı da çıkmışlardır. Çünkü bugün karşınızda tam anlamıyla "terk edilmiş" bir müze bulunmaktadır. Telefonlarına yanıt vermeyen, içinde in cin top oynayan ve tiyatroyla, sahne sanatlarıyla yakından uzaktan ilgisi olmayan kişilerin sorumluluğuna bırakılmış kapanık bir yer. Başka birimin sorumluluğunu da yüklenmiş olan görevliye çok özel ricalar ve yalvarmalarla kapıyı açtırdığınızda size keşke görmeseydim dedirten bir ortamla karşılaşırsınız: Duvarların büyük bir bölümü sanatçıların fotoğraflarıyla kaplı büyücek bir oda (çoğunun adı yok, ya da düşmüş), bir-iki Karagöz figürü, Karagöz evi, tek tük dekor maketi, program dergisi ve birkaç para daha. Yine "hatır" için açılan bir soyunma odası ve de "özel olarak" gösterilen, içinde oraya gelişigüzel bırakılmış mankenlere giydirilmiş birkaç sahne kostümü. Her yer bir depo görünümünde, özensiz, bakımsız, baştan savma, eksik... Bırakılmış.
Ülkemizde "ulusal değer" anlayışı da, ne yazık ki, boşaltılmış, daha doğrusu her iktidarı ele geçirenin içini istediği, işine geldiği gibi doldurduğu bir kavram oldu ve giderek tek yönlü olarak siyasileştirildi. Bunun bir sonucu da ulusal kültürümüzün kimi ürünlerinin ulusal değerlerden sayılmaması olarak çıkar karşınıza. Bir başka deyişle, kültürel geçmişi oluşturan koleksiyonlar, kostümler neden hâlâ korunmaya alınmaz? Bu gidişle Köy Seyirlik oyunlarından ne kalacak geriye? Çağdaş Türk Tiyatrosunun öncülerinin olsun, onu oluşturanların olsun özel belgelikleri, eşyaları, kitaplıkları vb. kimlere kalacak? Nevzat Açıkgöz'ün bavullar dolusu özgün kuklalarının büyük bir bölümü nerededir acaba? Haldun Taner'in, Muhsin Ertuğrul'un ve daha nice tiyatro sanatçısının, kuramcısının mirasçıları özenle sakladıkları hazineyi kimlere devredecekler? Agop Ayvaz, Necdet Mahfi Ayral, Metin And gibi yaşayan değerlerimiz belgelerini, kitaplarını, koleksiyonlarını nereye güvenip de bırakacaklar?
Her şeyden önce, tiyatro alanında da kendini belli eden ulusal hastalığımız olan bellek yitimini durduracak, kültür mirasımızın elden çıkmasını engelleyecek sağlam bir kuruluşa acilen gereksinimiz var. Bu bir müze olmalıdır, ancak yaşayan ve yaşatan bir müze, gömüt değil. Yalnızca koruyan değil, değerlendiren, araştıran, yayın yapan, kitaplığı, belgeliği, sergileriyle çalışmalara kaynak oluşturan, giderek çeşitli kültür etkinliklerine altyapı sunabilecek kapasitede bir kültür merkezi. Günümüzde müze tarihe ait bilginin ulaşıldığı, paylaşıldığı ve yeniden üretildiği bir yerdir. Müze olmadan, onun aracılığı olmadan geleneksel sanattan nasıl yararlanılabilir? Belgelere bakılmadan, koleksiyonlar incelenmeden, arşiv taranmadan çağdaş tiyatronun bugün geldiği yer nasıl doğru olarak kavranır? Nasıl düşünce üretilir? Şimdiye dek belirli kişilerce yazılmış birkaç kitap ve iyi-kötü basılmış resim ya da fotoğraflarla mı yetinmek zorunda kalacağız hep? Daha müzesini kurmayı bile becerememiş, ulusal kültürünü kaydedememiş, kendi kendiyle hiçbir bağlamda yüzleşememiş bir sanat dalından gelişmesini, evrenseli yakalamasını ne hakla isteyebilirsiniz? Kültürel birikimin korunmadığı, araştırılıp incelenmediği, belgelenmediği, sergilenmediği bir ortamda gelişmeden, toplumun eğitiminden, onun beğeni düzeyinin yükseltilmesinden söz edilebilmesi olası mıdır?...
Bir tek tiyatroyu değil, Türk sahne sanatlarının tümünü kapsamak gibi ciddi bir iddia ile yola çıkmış olan müzenin örneğinden çıkarılacak bir sonuç da, bu işin merkezi bir yaklaşımla yürüyemeyeceğidir. Anlaşılan odur ki, öteki kültür ve sanat dallarında olduğu gibi, müzecilik de, devletin siyasal kimliğinden arındırılıp bir yatırımdan çok, vazgeçilemez bir kültür hizmeti olarak değerlendirilmeli, geçmişten ders alarak daha yapıcı atılımlarda bulunulmalı ve yine aynı bağlamda, özel müzelerin kurulması desteklenmelidir. Benzeri girişimlerin başarılı olabilmelerinin ilk ve en önemli koşulu ise, bağış yapabilecek kişilerin güvenini kazanmaktır. Yeterli malzeme toplanmadan açılacak bir müze, tanık olunduğu gibi göstermelik olmaktan öteye gidemez. Bir başka önemli nokta da, böyle bir kuruluşun oluşturulmasında ve yönetiminde konunun uzmanlarıyla bilim adamlarından yararlanılması olacaktır.
John Berger'ın dediği gibi tarih, yaşayan bilincin kendini tanımasıdır, müze de onun evidir. Bilincimizi daha çok yitirmemek için evimize sahip çıkmaktan başka çaremiz yok.
  • YAYIN ADI:
    Radikal İki
  • YAYIN TARİHİ :
    13 Haziran 1999
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,