Tiyatro cephesinde değişen bir şey yok.
Dramaturgi ve dramaturg sorunları yine karşımızda capacanlı durmakta.
Özel tiyatrolar böyle bir yaklaşıma zaten oldum olası uzak durmuşlardı, şimdi de öyleler. Bünyelerinde dramaturg kadrosu bulunduran, yani dramaturgiye özel işlev yükleyen ödenekli tiyatrolarda da yapılanın hâlâ rapor yazmaktan öteye gittiği söylenemez. Gerçek o ki, İstanbul’da izlediğimiz kimi “genç ruhlu” topluluklar dışında, tiyatro anlayışı yapısal olarak pek değişmedi; sanatsal oluşumun, var olmanın nedeni sorgulanmadı. Ortada kayda değer bir değişim, gelişim olmayınca ne yazık ki konuyla ilgili söylenen de, yazılan da, yine aynı doğrultuda, değişemiyor, gelişemiyor. Bu nedenle dramaturgi ve dramaturgun yeri ve işleviyle ilgili düşüncelerimi, aklıma takılan sorularla birlikte, 1996 yılında basılmış olan kitabımdan (1) yararlanarak iletmeye çalışacağım.
Her şeyden önce, bir tiyatro kurumuna yeniden yapılanma gereksinimi doğuran olgunun, tiyatro sanatına bakış açısının değişmesiyle doğrudan bağlantılı olduğunun altını çizelim. Tiyatro bilincinin değişimidir sözü edilen. Yüzyılımızın sonlarında tiyatroya bakış açısında yaşanan dönüşüm, sahneleme olgusunun yeniden ele alınmasını zorunlu kıldığı gibi, tiyatronun bir bilgi ve kültür işi olduğunu da ortaya koydu. Birçok bilim ve sanat kolunu bir araya getiren disiplinler arası bir anlayışa sahiptir çağdaş tiyatro. Yaşanılan dönemin beklentisi doğrultusunda ürünler verebilmesi için, altyapısını oluşturan nitelikli insan malzemesine gereksinim vardır, bu nedenle çok sayıda sanatçı ve uzmanı zorunlu kılar. Çağını yakalama peşinde olan tiyatro sanatında, eski görevlerin yeniden değerlendirilmesinden çok, yeni bir görev dağılımı söz konusudur. Bu bağlamda Batı tiyatrosunda yaşanan en önemli dönüşüm, tiyatronun her şeyden önce, ortak bir çalışma olduğuna inanılması olarak çıkar ortaya. Önceleri yönetmen-oyuncu ilişkisiyle başlayan ortaklık, tiyatronun farklı kültür birikimlerinden pay almasıyla birlikte, devreye çevre ve giysi tasarımcısının, müzisyenin, ışıkçının ve - son olarak da - dramaturgun girmesine neden olur. Burada ortak çalışmadan anlaşılan, herkesin hep birlikte karar verip uygulamaya geçmesinden çok, sorumlulukların paylaşılmasıdır, takım çalışmasıdır.
Dramaturg sahnenin hem dışındadır hem de içinde
Dramaturgun alanı, metin yazımından sahneye, sahne yazımına kayar. Ona duyulan gereksinimin bir başka nedeni de "dışarıdan" birinin, yönetmenin yerine, sahnedeki çalışmaya bakıp denetleme durumudur. Dramaturg, hem oyunun hazırlanma sürecinde görev alan kişidir, hem de sahneye dışarıdan bakan. Tiyatronun hem dışındadır, hem de içinde. Dramaturg sahnenin dışındadır çünkü oyun okuma ve araştırma, repertuar çalışması, yazarlarla, çevirmenlerle ilişkiler, tiyatronun yayınları ile kültür etkinlikleri gibi görevler üstlenmiştir. Dramaturg sahnenin içindedir, çünkü bir oyunu gerçekleştirmenin tüm aşamalarında bulunur: metin incelemesi, araştırma, masa başı çalışması ve sahne provaları olarak öbeklenebilecek söz konusu aşamalar ciddi bir dramaturg - yönetmen işbirliği gerektirir. Bu ortak çalışmada üzerinde durulması gereken duyarlı bir noktaya da değinmek gerek : işin doğası gereği, dramaturg bir oyunda, kendi veya yönetmenin isteği dışında görevlendirilemez, başka bir deyişle "atanamaz". Çalışmasının daha verimli, üretken olmasını dileyen yönetmen böyle bir ortaklığa gereksinim duyarsa ancak, birlikte çalışabileceğine inandığı dramaturga öneri götürür. Dramaturgla çalışma girişiminde bulunan yönetmen, kendini sınırlamayı düşünmektedir ve oyuna dışarıdan yapılacak bir müdahalenin sağlıklı olacağına inanır. Dramaturgun, tiyatronun hem içinde hem de dışında bulunmak gibi, aykırı bir durumda olduğunun bilincindedir ve bundan yararlanmak ister. Ayrıca onun varlığının, çalışmasının - başta oyuncular olmak üzere - yaratıcı ekibin de sınanmasına olanak vereceğinin ayrımındadır. Doğruyu söylemek gerekirse dramaturg, birazcık da rahatsız eden kişidir; daha yoğun bir keyif yaratmak adına, keyif kaçırandır. Yönetmen ile dramaturg birbirlerinden bağımsız çalışamazlar, etkinlik alanları da kuram ve uygulama olarak ayrılmamıştır; bir "ikili" olarak yaptıkları aynı bütünün bölünmez parçalarıdır. Birlikte çalışabilmeleri, yaratabilmeleri için estetik ve sanatsal olduğu kadar, siyasal düzlemde de birbirlerini tanımak, beklentilerini bilmek durumundadırlar. Öteki türlü, birbirlerini besleyemezler, kışkırtamazlar.
Yönetmen ile dramaturgun hazırladığı çalışma aslında sahneye yönelik bir öneri, taslak niteliğindedir ve ancak provalar sırasında, başta oyuncular olmak üzere, tüm tiyatro öğeleriyle birlikte sınandıktan sonra yaşamaya başlar.
Sinema da dramaturga gereksinir
Özellikle son yıllarda büyük bir atılım içinde olan Türk sinemasının sanatsal kaygı taşıyan bazı filmlerini gördükçe insanın yönetmeni bulup konuşası geliyor. Onca emek, çaba ve özveriyle yapılmış o güzelim filmler kimi zaman belirli bir yerde tıkanıyor, tökezliyor ya da kendilerini yinelemeye başlıyorlar; oysa senaryo yazımı olsun, çekimler olsun bilinçli bir dramaturgi çalışmasıyla oluşturulmuş olsalar bu pürüzler yaşanmazdı. Sinema ve dramaturgi konusunda düşündüklerimi Kanadalı sinema yönetmeni Edward Dmytryk de destekler görünmekte ve konuyla ilgili görüşünü şöyle açıklamakta:
"Film yapımının bu aşamasında yönetmen filmle fazla kaynaşmış olabilir. Aylarca onunla birlikte yaşadıktan sonra, sözler gerçekçi mi, film kişileri tam anlamıyla geliştirilmiş mi, anlamak oldukça zordur. Yönetmen, hepsini bildiğinden, çok öznel bir bakış açısı onun kendince gereksiz bulduğu bölümleri elemesine neden olabilir ama kim bilir belki de bunlar seyircinin kavrayışı için vazgeçilmez parçalardır. Yönetmen kendisini her zaman filmi ilk kez gören seyircinin yerine koymayı bilmeli. Bu da kolay bir iş değil” (2).
Yazar, adını koymadığı dramaturg gereksinimini başka bir yerde görüntü yönetmenliğiyle gidermeye çalışır ve bunun önemini vurgular: "Görüntü yönetmeni, yönetmenin amacını hemen kavrayacak ve eğer bir sanatçıysa onun katkısı, üslubu güzelleştirip basitleştirerek yüceltecektir. Yetenekli bir yaratıcıyla birlikte çalışırken hep olduğu gibi, sonuç yönetmenin isteğinin aynısı değildir ama istemiş olmayı düşüneceği türdedir. Kimse de bundan fazlasını bekleyemez."
Gerçekten de dramaturg, sinemada olabileceği gibi tiyatroda da bir tür görüntü yönetmenliğini yapmakta. Söz konusu yaklaşım, sinemada olduğu gibi, tiyatroda da gösteride iletilmek istenilen anlamın sahnede imgeye (görüntüye) dönüşmesi ve bunun denetlenmesi olarak algılanmalıdır.
Öte yandan, aynı zamanda kendileri dramaturg olan yönetmenlerin olduğunu da unutmamakta yarar var. Önemli olan bir oyunun dramaturgi bilinciyle oluşturulmasıdır, daha da önemlisi, bundan ne anlaşıldığıdır. Bu noktadan yola çıkarsak dramaturgi, tüm yaratıcı ekibin katıldığı bir yaklaşım biçimi olarak algılandığında; dramatürjik görüş, yalnızca iki kişinin, yönetmen ile dramaturgun ortaya koyup izlediği temel ilkeler olmaktan çıkar, tüm takımın benimseyeceği ve o yönde katkıda bulunacağı ortak görüşlere dönüşür. Bu bilinç aşamasından sonra dramaturgun varlığı veya yokluğu sorun değildir artık, söz konusu olan yönetmenin yetkinliği ve tek başına işin üstesinden gelip gelemeyeceğidir.
Vurgulamak istediğim bir başka önemli nokta da, bir gösteride dramaturgun varlığının her zaman dramaturgi çalışmasının kanıtı ya da göstergesi olamayacağı. Yine her alanda olduğu gibi burada da her şey kişinin entelektüel ve sanatsal düzeyine bağlıdır.
Dramaturg kendini geliştirmek zorundadır
Dramaturgluk her şeyden önce bir yapı işidir; araştırmadan, incelemeden, düşünce üretmekten zevk almayı gerektirir. Dünyaya açık olmak, sanatsal, bilimsel gelişmeleri izlemeye çalışmak, siyasal olaylara karşı duyarlılık da bu uğraşı seçmiş kişilerde aranan başlıca niteliklerdir. Çağını yaşamayı ve bir çeşit "rönesans insanı" olmayı gerektirir dramaturgluk. Başarılı bir dramaturg olmanın ilk koşulu araştırmaya, incelemeye yatkın bir yapıya sahip olmaksa, ikincisi de, okuldan alınan eğitimle yetinmemek, sürekli olarak kendini geliştirmek, yenilemektir. Meslekteki başarı, biraz da kişinin becerisi ve yeteneğine bağlıdır. Ancak dramaturgluğun, işlevi gereği, memurluk anlayışıyla kesinlikle bağdaşmadığı, bağdaşmaması gerektiği de ayrı bir gerçek. Etkinlik alanları göz önüne alındığında, böyle bir uğraş içindeki kişinin üretiminin "mesai saatleriyle" ölçülmesi ya da sınırlanması olanaksızdır.
Tiyatronun kültür politikasının saptanmasında etkin olmaktan, yönetmenle sahne dışında ve sahne üstünde işbirliği yapmaya dek uzanan görevlerin üstesinden gelebilecek kişinin sıkı bir eğitimden geçmesi kaçınılmazdır. Bu eğitim yalnızca tiyatro kültürü dersleriyle yetinmemeli, göstergebilim, sinema dili, karşılaştırmalı yazın gibi, okuma ve görme yollarıyla ilgili ipuçları veren sanat ve bilim dallarını da kapsamalı. Ülkesinin sanat ve kültürünü olduğu kadar dünya kültürünü belirleyen olayları da izlemek durumundadır dramaturg; öteki türlü kendi kalıpları içinde sıkışıp kalır, dışarı açılamadığından evrensel olanı yakalamakta güçlük çeker. Türkiye gibi eğitimin zayıf olduğu ülkelerde, yeterince yayın yapılamaması, özellikle kuramsal kitap çevirilerinin az ve yetersiz olması, dramaturgun uluslararası kaynaklara doğrudan ulaşmasını zorunlu kılar. Buna tiyatroya gönderilen çevirilerin, gerektiğinde özgün dilleriyle karşılaştırması da eklendiğinde dramaturgun en azından bir yabancı dili, çeviri yapabilecek düzeyde bilmesi vazgeçilemez bir gereklilik olarak çıkar ortaya.
Dramaturgi ve dramaturglukla ilgili uzun zamandır düşündüklerimi, yazdıklarımı bir kez daha kaleme alırken; yıllardan beri bu yana duyduğum, dinlediğim her yakınmada, sızlanmada anımsadığım ve çok sevdiğim, çünkü çok doğru bulduğum, Sartre’ın şu sözleri yine düştü aklıma: ”Önemli olan bize ne yaptıkları değil, bize yapılanla bizim ne yaptığımızdır” (3).
Galiba biz pek alıştık her dramaturgi konusu açıldığında yönetmen ve yöneticileri suçlamaya. Peki ama dramaturglar ne yapıyorlar kendilerine yapılanla? Çalıştıkları tiyatronun kültür ve sanat politikasında etken olmak adına yeterince çaba gösteriyorlar mı? Dünyadaki, ülkedeki sanat ve kültür hayatını izleme, olup biteni anlayabilme gibi bir kaygı taşıyorlar mı? Sözgelimi, en azından, uluslararası arenada kendini kabul ettirmiş olan Uluslararası Tiyatro Festivalini kaç dramaturg düzenli olarak izledi, düzenlenen panellere, tartışmalara katıldı; ya da dinleyici olarak orada yer aldı?.. Eğitim kurumları kültür ve sanat insanı yetiştirmede çağın gereklerini gerçekten yerine getiriyorlar mı? Genel program içinde sanat ve kültür dersleri ne denli ağırlıklıdır ve ne derece yetkinlikte işlenmektedir? Eğitmenler kendilerini yeterince yenileyebiliyorlar mıdır?...
Biraz da özeleştiri yapsak diyorum.
(1)Esen Çamurdan, Çağdaş Tiyatro ve Dramaturgi, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul, 1996
(2)Edward Dmytryk, Sinemada Yönetmenlik, çeviren: Ülkü Uzun, Afa Yayınları, İstanbul 1984, s:123
3)Peu importe ce qu’on a fait de nous, seul importe ce que nous avons fait de ce qu’on a fait de nous.