Doksanüç, Victor Hugo'nun son romanıdır, aynı zamanda yazarın en uzun sürede oluşturduğu yapıtı; yalnız yazıya geçirilmesi altı ay (16 Aralık 1872 - 9 Haziran 1873) sürmüştür. Hugo romanının bitiminden iki yıl sonra ölmüştür. Ayrıca Doksanüç Hugo'nun öndeyişi olmayan tek yapıtıdır.
Roman 600.000 kişinin öldürüldüğü 1793 Fransız iç savaşını anlatır. Fransız tarihinin kara bir lekesi olarak bilinen bu savaşı ele alırken Hugo'nun amacı bilime dayalı tarihsel bir belgelemeye gitmekten çok tarihten yola çıkarak değişmez birtakım ahlâk kurallarının savunmasını yapmaktadır. Hugo tarihe romanı açısından bakar ve ona son derece iyi niyetli, insancıl, coşkulu bir duyarlılıkla yaklaşır. Buna göre, seçtiği olay ve kişilikler de tarihsel gerçekliklerinden önce, belirli bir roman gerçekliği içinde, yazarlarının onlara yakıştırdığı görevleri yüklenirler. Öte yandan Hugo, gerçek tarihsel kişiliklerden çok mitolojiden, Kutsal Kitap'tan, tarihten esinlenerek yarattığı kişileri yeğler romanında. Doksanüç 'ün tüm kişileri arasında yalnızca üçü (Marat, Danton, Robespierre) gerçekten yaşamışlardır, ötekiler yazarın düş ürünüdür. Aynı biçimde, anlatılan olayların çoğu Victor Hugo'nun "tarih içinde bulunduğuna inandığı başka bir gerçeği" sergileyebilmek kaygısıyla yaptığı kurgulardır. Doksanüç romanını tiyatroya uyarlayan Fransız Jacques Téphany genelde romanın yapısına bağlı kalmış. Oyunda, doğal olarak, tiyatro diline aktarılamayan uzun betimleme ve ruhsal inceleme bölümleri yer almaz. Kişilerin ruhsal durumları, tutum ve davranışlarıyla, eylemleriyle gösterilir. Buna karşılık tiyatronun görsel ve işitsel ayrıcalıklarından yararlanılır. Cumhuriyetçilerin, Kralcıların ya da diğerlerinin konumları kendilerine özgü ezgilerle, marşlarla, danslarla, giysilerle belirginleştirilir. Eylemler, çatışmalar, çelişkiler açık biçimde ön plana çıkar, mesaj seyirciye dolaysız olarak aktarılır. Öte yandan, romanda ağılıkları olan Vendee ve Konvansiyon bölümleri, bütün tiyatro öğeleri sonuna dek kullanılarak sahneye aktarılır, özellikle Konvansiyon'un tiyatrosal yanı vurgulanır. Öyle ki, toplantıların gerçek bir tiyatroda yapılması, konuşmacıların sahneye yerleştirilmiş bir kürsüden seyirci yerinde bulunan halka seslenmesi, o patırtı gürültüde hem kendini duyurabilmek hem de etkili olabilmek için takınılan büyük oyuncu tavırları, seyircilerin bir panayırdaymışçasına yiyip içmeleri, konuşmacılara laf atmaları, onlarla alay etmeleri vb. değerlendirilir ve Konvansiyon'da yaşanan bütün bu cümbüş bir karnaval havasıyla canlandırılır tiyatroda.Romanı tiyatroya uyarlarken yapılan önemli bir değişiklik, Konvansiyon sahnesine Saint Juste'ün eklenmesi. Devrim'in etkin kişilerinden olan Saint Juste, burada 16. Louis'nin bir vatan haini olduğunu ve idam edilmesi gerektiğini açıkladığı ünlü bildirisini okur ve böylece Marat, Danton, Robespierre yanında ta¬rihsel yerini almış olur. Tiyatro metniyle roman arasındaki başka bir ayrım da oyunu çocukların bitirmesidir. Çocuklar son sözleri bir kitaptan okurlar ve oyun bambaşka bir biçim alır. Anlatılan bir destandır artık, çelişkilerle dolu insanın gerçeği arayışının destanı. Doksanüç, Fransa'da 1789 Devrimi'nden sonra kurulan Konvansiyon Hükümeti döneminde geçer. Yıl 1793’tür. Kral idam edilmiş, bunu bahane eden İngiltere Hükümeti Avrupa'da Fransa'ya karşı birleşik bir güç oluşturmuştur. Fransa bir iç savaşın da eşiğindedir aynı zamanda. Ülkenin en yoksul, yoksul ol¬duğu kadar da vahşi bölgesi olan Vendee, karşı devrimci rahiplerin desteğiyle Paris'e karşı ayaklanmıştır. Bir Devrim, Devrim'in yanında olanlar, Devrim'e karşı olanlar... Genç Gauvain ile eski rahip, sıkı devrimci Cimourdain'in yönettiği Cumhuriyetçiler ve Lantenac markisinin örgütleyip yönlendirdiği Vendee çetecileri... Her iki güç de yaptıklarına sonuna dek inanırlar. Birbirlerinin düş-manlarıdırlar ama yöntemler aynıdır: Terör, öldürmek, amansız kıyım. Ve arada kalmış insanlar: Flécharde, Tellmarc…
İşte bu noktada Victor Hugo’nun 1793 terör dönemini seçme nedeni çıkar ortaya. İnsanlar, insanlık adına kan döküyor, felaket saçıyordur. Oyunda başrol Kıyım'ındır. Lantenac çetecilerine Kral ve din adına kıyım yapmalarını buyurur. Parolaları bunun en iyi göstergesidir: "Ayaklanın! Aman dinlemeyin! Öldürün," der onlara, "Öldürün! Öldürün!... Hiç beklenmedik bir anda bastırın... Her şeyi, herkesi yok edin!" Tespih de bir yerde silahın yerini almıştır ve "ellerindeki istavrozlarla Vendee'liler ölüm saçmaktadır." Kralcı ve dinci takım kıyımdan ve kan dökmekten yana olurken Cumhuriyetçi Cimourdain, Gauvain'e "Terör bizim gücümüzdür" der. Cimourdain Devrim'in terörü haklı çıkartacağına inanmaktadır, parolası da "Şiddet! Şiddet! Şiddet!"tir. Devrim'den yana olanların tutumu Devrim'i yapanların tutumlarının bir yansımasıdır aslında. Marat, Danton ve Robespierre'in ülkedeki gerçek tehlike üstüne uzun uzun tartıştıkları sahnede bu yaklaşım çıkar ortaya: Düşmanın dışarıda olduğunu savunan Danton, "Amaç için tüm araçlar geçerlidir. Tümü! Tümü! Tümü! Korkunç ve yararlı olalım!" diye haykırır. Marat, tehlikenin Paris'te olduğuna ve bir diktatör gerektiğine inanmaktadır. Chateaubriand'nın "Köşebaşlarının Caligula'sı" olarak nitelediği bu devrimci, Danton ve Robespierre'le birlikte oluşturduğu üçlüyü cehennemi bekleyen üç başlı Kerberos köpeğine benzetir. Aralarında en katıları olan Robespierre'e göreyse düşman içerdedir ve kesinlikle acımasız davranmak gerekir. İyi ama bağışlayıcı bir asker olarak gördüğü genç Gauvain'i denetlemesi ve onu acımasız davranmaya yöneltmesi için Cimourdain'in görevlendirilmesini önerir. Bir de Giyotin vardır devrimciler tarafında. O bir düşüncenin ürünüdür. 93 düşüncesinin! "On beş yüzyıllık derebeyliğe karşı tek bir yılın düşüncesi!" Giyotin, şiddet ve terörü doğrular. Danton onu kaşarlanmış bir dul olarak betimlerken Marat'nın karşıt bir yaklaşımı vardır: "O, der, üzerine yatılan ama döllendirilemeyen bakiredir." Bakirenin adını da Louisette koyar. Kadın ve Ana'yı" simgeleyen Flécharde'la," doğayla bütünleşmiş, insan gerçeğine, mutluluğa doğa içinde yaşayarak varılabileceğine inanan yoksul feylesof Tellmarch ayrı bir öbek oluştururlar oyunda. Her ikisi de sağduyu ve içgüdüyle hareket eder, çevrelerinde olup bitenleri şaşkınlıkla karşılarlar. Kim olursa olsun yaşamdan, yaşatmaktan yanadır onlar; barıştan yana, insandan yana Gauvain, kişiler arasında en trajik olanıdır. Görevinin hem içindedir, hem de dışında. Devrim'i yapandır, ama sorgulayandır da. Kendini olayların gidişine kaptırmamıştır. Hugo'nun neredeyse ütopik olan bu kişisi, Giyotin'i doğurduğu için, 93'ü lanetler, terörü Devrim'in bir lekesi olarak görür. Çocukları kurtaran Lantenac'ı özgürlüğüne kavuşturduğu için ölüme mahkûm edildiğinde Gauvain, aynı zamanda eğiticisi olan Cimourdain'e şunları söyler: "Siz savaş istiyorsunuz. Ben barış istiyorum. Siz yoksulluğa yardım etmek istiyorsunuz. Ben yoksulluk ortadan kalksın istiyorum. Siz savaşçı istiyorsunuz, ben yurttaş. Siz erkek, kadının efendisi olsun istiyorsunuz, ben erkek kral, kadın kraliçe olsun istiyorum. Eşitlik istiyorum!" Doksanüç bir çatışmalar yumağıdır. Taşra Paris'le çatışır, Kralcılar devrimcilerle, terör bağışlamayla, hak yasayla. Romanda olduğu gibi oyunda da ele alınan hiçbir kişi ya da olay kesin olarak çizilmez. Her öğe çift anlamlıdır, çelişkileriyle birlikte çıkar karşımıza. Lantenac çetecilerine kıyım buyruğunu verirken kulede kapalı kalan çocukları, kendi ölümü pahasına kurtarır. Cimourdain'in babalık ve askerlik duyguları sürekli olarak çatışır. Gauvain teröre karşı olan bir devrimcidir. Marat ürkütücüdür ama gereklidir... Victor Hugo bir yandan terörü kınarken diğer yandan onu haklı çıkaracak durumlar yaratır.. Giyotin korkunçtur ama yasa adına görevler üstlenmiştir. Konvansiyon, günümüzde halen geçerliliklerini koruyan haklar kazandırmıştır insanlığa, ama aynı zamanda Giyotin'i doğurmuştur. Bağışlama, merhamet her zaman insanlığa yararlı bir eylem midir? Özgürlük düşmanlarını bağışlamak ne derece doğrudur? Victor Hugo'nun 1793 yılına da çelişki dolu bir yaklaşımı vardır. Bu büyük kıyım onu hem çok korkutur, hem de kendine çeker. Ya¬zar, nice acılar çektiren bu yılı "şafağa karışan kanın ışığı" olarak niteler.
Doksanüç, insancıl yanıyla, şiiriyle, lirizmiyle, anlattıklarıyla bir destandır. Ülküsel olanın ardından insan sesini, insan özlemini duyurur, terörün ardından barışı, ölümün ardından yaşamı. Victor Hugo, Doksanüç'ü yazmakla yükümlü hissetmiştir kendini, bu duygusunu yayımcısına şöyle anlatır: “Doksanüç, benim için bir zorunluluk, yerine getirilmesi gereken bir görev sanki.”
* Alıntılar, Dr. Cemal Aykın’ın “Victor Hugo’da Romanın Tarihsel ve Toplumsal Boyutları” (“Ölümünün 100. yılında Türkiye’de Victor Hugo”, Türk Fransız Derneği Yayınları I, Ankara) başlıklı incelemesinden yapılmıştır.