Makale : Oyun Eleştirisi : Çocuk Tiyatrosu: Buruk Bir Kuruluş Yıldönümü
Buruk Bir Kuruluş Yıldönümü
Bir kavramı, tümceyi ya da sözcüğü sık sık yinelerseniz, bir süre sonra o kavram, tümce ya da sözcük anlamını yitirir, yabancılaşma başlar. Türk Tiyatrosu’nun, doğduğundan bu yana bir türlü gelişemeyen, çünkü gerekli özen gözterilmeyen, çünkü sanatsal ya da toplumsal yaşamımızdaki yeri ve önemi bir türlü kavranamamış olan çocuğu Çocuk Tiyatrosu için de benzeri duygular taşımaktayım.
Benzeri duygular taşımaktayım, çünkü ellerinde yetki olanların neredeyse tümünün eylemleri, nisandan nisana zorunlu olarak yapılagelen etkinliklerdeki demagojik söylemleriyle örtüşmemekte ve birçok alanda olduğu gibi, Çocuk tiyatrosu alanında da kavramların içi boşaltılmakta, anlamlar yitmektedir; benzeri duygular taşımaktayım, çünkü her türlü sanatsal ve pedagojik denetimden uzak olan özel çocuk tiyatrolarıyla özel kuruluşlarınkiler, aynı içi boşaltılmış kavramların ya da klişelerin ardına sığınarak baştan savma işlerini büyük bir özgüvenle sürdürmektedirler.

Çocuklar İçin tiyatro Salonu Yok
Bugün, Çocuk Tiyatrosu’nun 63. Kuruluş yıldönümü.
3 Ekim 1935’te Tepebaşı’nda çocuklara perde açan yine Muhsin Ertuğrul’dur. Yeni bir seyirci kitlesi yetiştirmenin gerekliliğine inanarak işe koyulan Muhsin Ertuğrul, 1963 yılında Türk Tiyatrosu dergisinin ekine şöyle yazar. “Bugün eksikliğini duyduğum tek şey, her gün çocuk oyunları gösteren ayrı bir binada Çocuk Tiyatrosu kuramayışımızdır. Anlayışlı bir belediye reisi çıkar da İstanbul çocuklarının kolayca gelip gideceği bir semtte bir Çocuk Tiyatrosu kurarsa ve orada ilkokul öğrencilerine her gün temsiller verilirse, ancak o zaman bu memleket gençliğine sanat zevki aşılanır, kafalar yine işlemeye başlar. Konuşma konusu, toptan posttan edebiyata ve sanat yükselir… Gönül ister ki Türkiye’mizde her şehir ufak çapta bir Çocuk Tiyatrosu kursun ve gençlere insanları yükselten bir sanat anlamını ta çocuk yaşta aşılasın. Yoksa çok geç kalıyoruz. Yazık oluyor.” Umut ve coşku dolu bu girişimin ardından ne kaldı geriye?.. Yoksa yazık mı ediyoruz/ettik Çocuk Tiyatrosu’na?..
Her şeyden önce, bırakın çocukların kolayca gelip gideceği bir semti; mimarisiyle, donanımıyla, iç düzenlemesiyle özel olarak çocuklar için yapılmış bir tiyatro salonu yoktur ülkemizde. Daha doğrusu, hiçbir tiyatro salonu yoktur. Yersiz yurtsuz bir tiyatrodur bizimkisi. Ödenekli ya da özel, profesyonel ya da amatör, toplulukların tümü, ya tiyatro ve sinema salonlarının “boş” saatlerinde yer bulabilirler ya da okul salonlarının elverişsiz koşullarını kabullenmek zorunda kalırlar. Çocuk Tiyatrosu’nun “her gün temsil verme” gibi bir lüksü de yoktur, ancak hafta sonları yapabilir gösterilerini.

Amatörlük ve Uydurukluk
Çocuklara yönelik sahneleme çalışmalarına genel bakışta göze batan bir nokta da, insanı rahatsız edici boyuttaki amatörlüktür. Burada amatörlüğü, “gerekli beceriyi gösterememe, işin doğru kişisi olmama” anlamında kullanmaktayım. Profesyonellik isteyen Çocuk Tiyatrosu’nda bizde, çoğu zaman bunun tam tersi uygulanır, hatta kimi kurumlarca çocuk oyuncu çıkartılır sahneye ki bu da, sanatsal ve estetik olduğu kadar pedagojik sakıncalar da doğurur.
Profesyonellikten oldukça uzak olan çoğu çocuk oyununda ciddi bir kandırmaca yaşanır, önce kendini, ardından, tiyatro adına seyirciyi… Kandırmaca yaşanır çünkü yapılan, bilinç ve ciddiyetle ele alınmış bir çalışmadan çok, bir göz boyamacadır. Dekor, giyside olsun, oyunculukta olsun bir uydurukluk yaşanır sahnede. Ayrıca çocuğa evcil hayvanmış gibi yaklaşılır, ses hafifçe yumuşatılır ve garip, çarpık bir konuşma biçemi benimsenir. Çocuklar bizimle öyle mi konuşurlar? Tam tersine, çocuk olgun, anlamlı bir dille kendini ifade eder. Türkçesi de niteliklidir, tabii çevresindekiler öyle konuşursa.
Bir de, yıllardır iyice bellenmiş olan, seyirci çocuğu oyuna katma çabaları vardır. Çocuk istese de, istemese de zorla oyuna katılır ve bu, pedagojik bir tutum olarak benimsenmiştir. Oysa oyuna katılım gönüllü bir eylem olmalıdır, zorunlu değil, yapay hiç değil. Kendiliğinden gelmelidir bu istek. Ayrıca ben çocuğun –soru sorma yoluyla, oynatılarak ya da başka türlü- ille de oyuna katılması gerektiğine inanmıyorum, hele onun sahneye çıkartılmasına kesinlikle karşıyım; sahne oyuncuların yeridir, seyirciler salonda oturur; bu aynı zamanda tiyatro kültürünün de bir parçasını oluşturur ve ne kadar erken öğrenilirse o kadar yararlı olur.

Ciddi Konu Kıtlığı Yaşanıyor
Çocuk Tiyatrosu’nun repertuarına baktığımızda ise ciddi bir konu kıtlığı yaşandığı gözlemlenir. Bunun da ana nedeni, çocuğun her şeyi algılamayacağı düşünülerek, “onların düzeyinde” konu bulamama sıkıntısıdır. Oysa asıl sıkıntı, çocuğun renkli dünyasının, düş gücünün, duyarlılığının gerisinde kalma, onun yaratıcı gücünün bilincine varamama ve kendi entelektüel ve sanatsal birikiminin yetersizliğinden kaynaklanan yaratıcılık sorunudur. Repertuarla ilgili yapılacak tek sınırlama, çocuğun yaşı ile belirlenmiş kavrayış düzeyidir. Gerisi, Çocuk Tiyatrosu’na soyunmuş kişilerin beceri ve yeteneklerine kalmaktadır. Önemli olan, oyunu oluştururken hangi yaş kesitine seslenmek istendiğine karar verip ona göre bir biçim ve biçem bulabilmektir.
Çocuk Tiyatromuz yersiz, yönetmensiz, yazarsız ve oyuncusuzdur. Her şeye karşın, büyük bir heves ve iyi niyetle salonları dolduran seyircisi vardır, ama suiistimal edilir.
Bugün, Çocuk Tiyatromuzun 63. Kuruluş yıldönümü. Çocuğun girişimlerini geliştirme amacına yönelik bir tiyatronun, geleceğin toplumunun oluşmasına büyük katkısı olabileceğini anımsamakta, en azından yarar var; bir de, bir ülkenin Çocuk Tiyatrosu’nun, o ülkenin tiyatro sanatının düzeyinin bir göstergesi olduğunu…
  • YAYIN ADI:
    Cumhuriyet Gazetesi
  • YAYIN TARİHİ :
    3 Ekim 1998
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,