Makale : Oyun Eleştirisi : Sahnelerimizden: Aydın-Halk Yabancılaşması Üzerine Bir Oyun: Limon
Aydın-Halk Yabancılaşması Üzerine Bir Oyun: Limon
Yazan: Mehmet Baydur/Yönetmen: Müşfik Kenter/Oyuncular: Haluk Kurtoğlu, Zekai Müftüoğlu, Sadrettin Kılıç, Ülkü Duru Danışoğlu, Şerif Sezer, Sevtap Toktay, M. Ali Kaptanlar.

“Bir yere tıkıldık ve orada kaldık. Durmadan içiyoruz. Scott Fitzgerald'in kahramanları gibiyiz. Bazı kahramanları gibi... Mikroskobun önünde herkes kahramandır. Herkes kımıldar durur. Durmadan kımıldar durur..."
Limon, kendi toplumuna, kendi değerlerine, hatta kendi kendine yabancılaşmış yitik insanların acıklı bir güldürüsü. Hiçbir şey yetmiyordur onlara artık. "Her şey eksiktir, bir numara küçüktür. Her şey tek boyutlu ulaşıyordur." Ya geçmişte yaşıyorlardır ( "Geçmiş Zamanlar Ambarı/Muhasebe Müdürlüğüne tayin ettim kendimi ben!") ya da onu özlemle anarlar ("Hiç olmazsa hafta sonlarında eski- ben gibi davranabilsem..."). Ya şimdiki zamanlar? O yoktur, arada kaynayıp gidiyordur. Yaşadıkları tek gerçek, yaptıkları tek eylem içmektir. İçerler de içerler, konuşurlar da konuşurlar. Her şeyle. Kendileriyle bile alay ederler. Şaşkındırlar. Umarsızdırlar. Yaşamları kopuk kopuktur. Hiçbir şeyi paylaşamazlar. Yapayalnızdırlar. İkiyüz yıldır toplumsal kuralların onlara    verdiği "rolleri"' oynarlar. "Ama ilişkileri, tutkuları, hüzünleri, düşleri gibi oyunları da hep yarım kalıyordur." Böyle yaşamla ölüm arasında gidip gelmekten bıkmışlardır. Onlar için kurtulmak demek "durumun aydınlanması” demektir.

Tanzimat’tan Bu Yana Süren Temel Çelişki
Limon, tadı ekşi olan bir üründür, ama aynı zamanda onların umutlarıdır: "Sahici insanların kurduğu, gerçek tarihle gerçek coğrafyanın kucaklaştığı bir dünyada yaşayacak benim kızım..."
Limon, Mehmet Baydur'un ilk oyunu. Oğuz Atay’ın tek tiyatro yapıtı olan "Oyunlarla Yaşayanlar"la gerek ele alınan sorun, gerekse konu ve kişilerin işlenişi bakımından birçok ortak noktalan var. Mehmet Baydur da Oğuz Atay gibi iki yüzyıldır yaşadığımız kültür ikileminin bir sonucu olan aydın-halk yabancılaşmasını anlatıyor. Tanzimat’tan bu yana süregelen bu temel çelişkinin belirlediği insanları tarihsel süreç içinde incelerken onlara hoşgörüyle yaklaşıyor. Sorunu işlerken takındığı eleştirel tutumuyla seyirciyi de bu konuda düşünmeye, kafa yormaya yöneltiyor.

Umut Verici Oyuncular
Yeni bir yazardan sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda görülen bir başka yenilik de dışardan bir tiyatrocunun, 25 yıl önce buradan ayrılan Müşfik Kenter’in konuk yönetmen olarak çağırılması. (Bu ilkenin diğer tiyatrolarca da benimsenip sürmesini diliyoruz). Müşfik Kenter, yazarı aşmaya çalışmadan, metnin değerini tam olarak vermeye özen göstererek, iddialı olmayan bir sahnelemeyi yeğlemiş. Rollerin nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan, kişiliklerin sürekli olarak değiştiği ve söylemin hep önde bulunduğu bu yapıt son derece ince, kıvrak bir oyunculuk gerektiriyor. Sahnede gördüğümüz oyunculuklar belirli bir düzeyi tutturabilmişlerdi ama, özellikle ilk bölümde rolden role geçişler pek anlaşılmıyordu. Bunlar daha belirgin kılınsaydı kişilerin kendi kendileriyle ve diğerleriyle kopuklukları rahatlıkla ortaya çıkacağı gibi oyun da daha canlanacaktı. Gerçekten de kişilik değişimlerinin az belirgin olduğu zamanlar oyunda konuşmalar ağır basıyor, durağanlık başlıyordu.
Temposunu hiç düşürmeyen, tüm rolleri belirli bir eleştirel tavır ve ironiyle, sonuna dek oynayan Zekai Müftüoğlu'yu kutlamak gerek. Sadrettin Kılıç, her oyununda olduğu gibi bunda da kendine bit tip yaratmıştı ama, özellikle son oynadığı rolde biraz fazla komediye kaçması, yarattığı kişiliği diğerlerinden soyutluyordu. Bu durumda o kişilik bütünden ayrılıyor, konu sorun dışı gibi kalıyordu. Oyuncular arasında sevindirici bir durum da, konservatuarı geçen yıl bitiren Ülkü Duru Danışoğlu’nun oynadığı yaşlı kadını son derece denetimli bir oyunculuk anlayışıyla, işin hiç kolayına kaçmadan canlandırmasıydı.

Titiz, temiz bir çalışma
Oyundaki giysiler kişilere uygun düşüyordu da dekora özenilmemişti. Örneğin ilk bölümdeki oda, maddi durumu iyi, sanattan kitaptan anlayan bir aydının odası olarak epey zevksiz, kitapsız kalemsizdi.
Limon, yılın tiyatro olayı değil, olağanüstü bir yapıt da değil. Yeni bir tiyatro biçemi arayışındaki genç bir yazarımızın Türk Tiyatrosu’nda çok az değinilmiş bir temel sorunumuzu anlatan oyunu yalnızca. Müşfik Kenter bu oyunu almış, kişilerini, durumları tek tek incelemiş, oyuncularla titiz temiz bir çalışma yapmış. Gürültüsüz patırtısız. Seyirci de bu çalışmayı sıkılmadan, olayın özünü kavramaya çabalayarak, keyifle izliyor.



  • OYUN ADI:
    Limon
  • TOPLULUK ADI:
    İstanbul Devlet Tiyatrosu
  • YAZAR:
    Mehmet Baydur
  • YAYIN ADI:
    Cumhuriyet Gazetesi
  • YAYIN TARİHİ :
    10 Şubat 1984
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,