75 Yaşında Tiyatromuz
Sevgili hocam Adnan Benk'in anısına saygıyla

Cumhuriyetin. 75. yılını kutlarken tiyatroyu düşünmek insanı, geçmiş yılların süzgecinden, bugünü yeniden soruşturmaya götürmekte ve -ister istemez- bir hesaplaşma içine sokmakta onu.
Tiyatromuzun bugün durduğu yeri yeniden gözden geçirebilmek için, sahneleme olgusuna en geniş anlamıyla tiyatro yazımı açısından baktığımızda, üç ayrı düzlem çıkar karşımıza:
1.Bir yazarca önceden kaleme alınmış olan metin.
2.Doğaçlama tekniklerden yararlanarak sahnede oluşturulan metin.
3.Son zamanlarda daha çok klasik yapıt çalışmalarından izlenen, bir yazılı metinden hareketle sahnede yeniden oluşturulan metin.
Daha çok yazılı metin sahneleme geleneği olan Türk tiyatrosu, niteliksel olarak, ciddi bir yazar sıkıntısı çekmektedir. Gerek sahnelenen, gerekse ödenekli tiyatrolara gönderilen, yarışmalara katılan ya da -sayıları çok az da olsa- yayımlanan metinlere bakıldığında, bu işin heveslisinin çok, üstesinden gelenin neredeyse yok olduğu görülür.
Birkaç eski yazarımızın yıllardır sahnelenen ve ne denli sevilirse ve başarılı olursa olsun, artık insana bıkkınlık getiren birkaç yapıtı dışında, genel sorun, tiyatronun kendine özgü yapısal özellikleri olduğunun atlanmasıdır. Verilen ürünler göz önüne alındığında, daha çok yazın sanatının etkisi altında kalan yazarların, tiyatronun dilsel, görsel ve sahnesel tüm göstergelerin sahnede bir bütün oluşturduğu bir sanat dalı olduğunun, ayrımında olmadıkları sezilir. Öte yandan, önemli bir diyalog ve karakter yaratma sorunu da çıkar karşımıza: Sıradan günlük konuşmalar kişinin nerede, ne zaman, hangi konum ve koşulda, kime ne söylediğine bakılmaksızın, bir başka deyişle, söylenen Söylem'e dönüştürülmeden, oldukları gibi aktarılmaktadır. Bu da oyunun dramatik yapısını zayıflattığı gibi karakterlerin oluşmasını da engellemekte. Gerçekten de, çoğu oyun kişileri karşılarındakilerle birlikte bir diyalog kurmaktan çok monolog içindedirler sanki. Onların ardından hep yazar -kişiliklere aldırış etmeden- konuşur gibidir. Bu durumda, kendi içine kapanmış olan metin sahnede hiçbir şeye izin vermez, çünkü yalnızca yazar vardır oyunda ve onun serpiştirdiği monologlar... Buna bağlantılı olarak, örneğin, bir toplumsal sorunu hedefleyenler, eskiden sık sık olduğu gibi slogana başvurmazlar ama çizilen kişiler birer prototip olmaktan kurtulamazlar.
Özellikle 80'lerden sonra kaleme alınmış olan oyunların yoğunlaştığı bir konu da ruhbilimsel sorunlar. Ne ki, bunlarda da aynı sorunla karşılaşılmakta, belirli kalıpların dışına çıkamayan oyun kişileri toplumca kabul görmüş, onu hiçbir biçimde rahatsız etmeyecek değerler çerçevesinde ele alınmaktadırlar. Söz konusu metinlerin gerek düşünsel açıdan getirdikleri gerekse irdelemeye soyundukları sorunlara buldukları çözümler, doğaldır ki, son derece yüzeysel ve yapay kaçmaktadır.
Sıradan yaşam öyküleri de yine son dönemlerde özellikle genç yazarlarca ilgi görmektedir. Ne ki bunlar daha çok yazınsal bir nitelik taşırlar. Dili ustalıkla kullanmasını bilen yazarlar bol bol sözcük oyununa başvururlar, diyaloglar ise zekice kotarılmıştır. Ama ortaya çıkan sahneye yönelik bir tiyatro metni olmaktan çok, beceriyle kurulmuş skeç yapısındadır.
Şurası bir gerçek ki, günümüzün tiyatro yazarlarının çok büyük bir çoğunluğu dünya tiyatrosunu izlememekte, hatta merak bile etmemektedir. Yazılı metinlerden çıkan bir başka sonuç da, kendine sorular yöneltme, bunları derinlemesine araştırma, inceleme gereksinmesi duyulmamasıdır. Oyunların sunduğu değişmez gerçeklikler ile kesin doğrulara bakılacak olursa içgüdüler, edinilmiş bilgiler, kimi zaman kişisel izlenimler bir oyun yazmak için yeterli olmaktadır.
Doğaçlama tekniklerinden yararlanarak sahnede kendi metnini oluşturma, daha çok, gençlerce benimsenmiştir. Toplumun karşısında durmaktan çekinmeyen bu topluluklar, yetersiz buldukları bir repertuar karşısında yeni arayışlara girme, seyirciyle yeni ilişki kurma yoluna gitmişlerdir. Değişik metin ve oyunculuğun peşine düşen söz konusu arayış kendine, biraz da zorunlu olarak, bar, gece klübü, diskotek benzeri, tiyatronun sınırlarını zorlayacak türden uzamlar seçmiş, tiyatro yaşamımıza belirli bir coşkuyla birlikte devinim de getirmiştir. Ne var ki çok geçmeden, bu yeni biçem ve uzam arayışı gerektiğinden fazla ağırlık kazandı, neredeyse temel ölçüte dönüştü. Birkaç umut veren örnek dışında, sahnede belirli bir dramatik yapıya oturtulamayan oyunlar biçimsel denemeler olmaktan bir türlü kurtulamadılar. Kanımca bunun nedenlerinden biri profesyonel oyunculuk gerektiren bir girişimin (yazılı metin olmadan sahnede anlam üretme) tiyatroda yok denecek denli az deneyimleri olan kişilerce gerçekleştirilmeye kalkışılması. Yazarın boşluğunu oyunculuk gücü ve uzamın ilginçliğiyle doldurmaya kalkma durumu, ancak her bakımdan donanımlı (kültür, deneyim, oyunculuk...) bir topluluğun göze alabileceği bir şey olması gerek. Bir başka neden de, söz konusu toplulukların kendilerine çoğunlukla "postmodern" olarak nitelendirilen yapıtları örnek olarak seçerken, bunları oluşturan altyapıyı (kültür, birikim, geçmiş...) anlamaya çalışmaktansa, doğrudan onun bir yansıması olan, üstyapıyla ilgilenmeleri, yani sahnede yaşanan yoğunluğun kaynağını gözardı etmeleri. Bu da, yazılı bir metine dayanmadan sahnede anlam üretme çabalarının -yukarıda da değindiğim gibi- genelde biçimselliğin tuzağına düşmesine ve ortaya yapay, zorlama ürünlerin çıkmasına neden olmuştur; asıl tehlike de, bu tür tiyatronun giderek kendi kendinin amacına dönüşmeye başlamasıdır.
Tiyatro ortamımızda son yıllarda dikkat çeken yeni bir eğilim de, uzun süredir bir yana bırakılmış olan klasikleri, günümüze taşıyarak sahneleme olgusu. Bu yaklaşım neredeyse "Çağdaş" tiyatro yapmanın bir ölçütü olarak kabul görmekte. Bir başka deyişle, klasikleri günümüzde yorumlamak için tarihselliğin silinmesi neredeyse bir koşul olmuştur. Bir klasiği çıkış noktası olarak görüp, üstünde dramaturjik değişiklikler yaptıktan sonra sahnede yeni bir metin oluşturma çalışmalarının amacı, özgün metinde işlenmiş olan sorunu veya konuyu, izleği "güncelleştirmektir". Tek tük başarılı örneğine tanık olduğumuz benzeri sahnelemelerde yazılı metin kesilip biçilmekte, içinde yaşanılan toplumun sorunları, çelişkileri doğrultusunda yeniden yorumlanmakta, kısacası, sahnede yeniden yazılmaktadır.
Yönetmenin yapıta kendi damgasını vurma, kendi yorumunu getirme kaygısından doğan bu düzenlemeler, aradaki tarihsel göndermeler yok edildiğinden, oyun tek boyuta indirgenmektedir. Tarih ile günümüz arasında gidip gelmelerden oluşan diyalektik ilişki -ki bana göre klasikleşmiş yapıtların ana özelliğidir bu- yok edilince, doğal olarak, çok yönlülük de tekelleşmekte ve yapılan işlemler özgün metnin son derece dengeli, iyi kurgulanmış sağlam yapısını zorlamaktadır. Böylelikle yapıt, özüyle ilgisi olsun olmasın, başka yönlere çekilmeye çalışılmakta, ona söylemek istediğinin dışında iletiler yüklenmektedir. Ortaya çıkan ise düzmece, derinlikten yoksun, göz boyayan bir "gösteri" olmaktadır çoğunlukla. Ardından seyircide bıraktığı "Peki ama, neden klasik bir yapıt?.." sorusudur.
Cumhuriyetin 75. kuruluş yıldönümü kutlanırken tiyatromuzun nerede durduğuna baktığımızda, çağının oldukça gerisinde, hatta seyircisinin de gerisinde kaldığı görülür. İşin tuhaf yanı, durumun böyle olmasına karşın, birçok yazarın toplumun değer yargılarına karşı çıkarak onu ürkütmekten, "seyirciyi kaçırmaktan" korkmayı sürdürmesidir.
Ve belirli bir anlayış, açı getiremeyen Türk tiyatrosunda hala küçücük bir azınlık, ekonomik, toplumsal, siyasal engellere karşın, iğneyle kuyu kazmayı sürdürmektedir. İğne, ince mi ince, kuyu ise kaya gibidir.


  • YAYIN ADI:
    Tiyatro Dergisi
  • YAYIN TARİHİ :
    Ekim 1998
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,