Yazının başlığına bakılarak 1985-1936 tiyatro mevsiminde İstanb" />
Makale : Oyun Eleştirisi : Repertuar: İlk Dönem Tiyatro Oyunlarından Kadın Görünümleri
İlk Dönem Tiyatro Oyunlarından Kadın Görünümleri
"Tiyatro metni bir çeşit neşter gibidir Kendi kendimizi açmamızı sağlar." Grotowski
Yazının başlığına bakılarak 1985-1936 tiyatro mevsiminde İstanbul'da sahnelenecek olan ilk dönem oyunlarının tümünün ele alınacağı sanılmasın. Bu, hem yazının kapsamı hem de hazırlandığı dönemde bazı tiyatroların repertuarlarının kesinlik kazanmaması bakımından olanaksızdı. Başka bir nokta da söz konusu oyunların yerli yazarlarca yazılmış olmaları. "Kadın Görünümleri" derken oyunlarda yer alan bütün kadınları değil, olay örgüsünde etkinlikleri olsun olmasın, baş kadın kişileri belirtmek istiyorum. Amacım, günümüz tiyatro yazınında kadının nasıl yansıdığına/yansıtıldığına değinmeye çalışmak. Durum böyle olunca, oyunlara yaklaşım yapısal, yazınsaldan çok içeriksel oldu doğal olarak. Başka bir deyişle, gözlemler salt içerik çözümlemesinden sağlanan veriler üstüne kuruldu. İstanbul'un belli başlı tiyatrolarının repertuarlarına aldıkları yerli oyunlara bakacak olursak şöyle bir tablo çıkar karşımıza:
Devlet Tiyatroları: "İlk Yıllar" ya da "Roksolan" (Orhan Asena), "Sahibinin Sesi" (Sevim Burak) Şehir Tiyatroları: "Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe" (Orhan Asena), "Bir Şehnaz Oyun" (Turgut Özakman).
Gülriz Sururi - Engin Cezzar Topluluğu: "Halide" (Bilgesu Erenus)
Kent Oyuncuları: "Uzaklar" (Ülker Koksal)
Bu oyunların baş kadın kişileri şunlardır:
Roksolan (İlk Yıllar)
Zembul (Sahibinin Sesi)
Hürrem Sultan (Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe)
Halide (Halide)
Naile (Uzaklar)
"İlk Yıllar", Osmanlı tarihinin ilginç kadınlarından olan Hürrem Sultan'ın saraya girişini ve yükselişini anlatır. Roksolan onun ilk adıdır. Bu ad bir Rus cariyesi olarak saraya getirilmesinden az sonra Kanuni'nin annesi tarafından "Hürrem" olarak değiştirilecek, böylelikle Sultan'ın gözdesi olması yolunda ilk adım atılmış olacaktır. Roksola'nın kişiliği daha oyunun başında belli olur, tavrı, söylemi diğerlerinden değişik bir cariye olduğunu gösterir. "Dikilir, gururlu adımlarla yürür, gülüşmekte olan kızlara hışımla bakar... onların arkasında, onların da üstünde bir yere oturur." Kurnazdır, "çekiciliği, hırsı, o korkunç zekâsı, o dişi kaplan yırtıcılığı ve bunların hepsini gerçekleştirebilecek cesareti" daha ilk günden zerafet dersi öğretmenince "keşfedilir". Roksolan akıldır da, nerede yumuşak nerede sert davranılacağını çok iyi bilir. Hırslı, kararlı, savaşımcı yanları ayraçlar içinde her fırsatta açıklanır. "Yaralı bir kaplan gibi dolaşan", "Tirtir titreyen", "Yer yer öfkeden boğulan", "Vezirlerle şahlarla oynamaktan çok hoşlanan" Roksolan oyunun sonunda artık sevdiklerini bile korkutmaya başlar. Ama istediğini elde etmiştir. Kendini bir kadın olarak kanıtlamanın yanısıra bir sultan olarak ta sınamış, başarıya ulaşmıştır.
"Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe"de karşımıza çıkan Hürrem Sultan'ın daha çok analık yönü ağır basar. Savaşan iki oğlu arasında Kanuni'nin ayrım yapmasnı istemez, bunu engellemek için elinden geleni yapar. Çocukları arasında ayrım yapmak zorunda kalmayan bir anne olmadığına hayıflanır. Hürrem Sultan'ın analığı yalnızca kendi çocukları için geçerlidir, başkalarının çocuklarına (Şehzade Mustafa) kıyarken kılı bile kıpırdamaz. Aslında onun analık duygusunun ardında yatan iktidar hırsıdır. Kurnazlığını, savaşımcılığını, kadınlığını bu kez çocuklarının tahta oturmaları için kullanır. Artık yaşlanmış yorulmuştur ama son anlarında bile savaşımını sürdürür.
"Ezmesem ezilirim. Bir gün dahi gevşememem gerek" der Hürrem Sultan. Yaşamı boyunca akla gelebilecek her türlü entrikaya baş vurmuş, ezilmemek için ezmiştir. Oysa içi iyi, dışı kötü bir fahişe olan Şehnaz hep ezilmiştir. "Bir Şehnaz Oyun" onun şu sözleriyle kapanır: "Aşkmış, sevdaymış, bunlar boş lâflar. Evlenmek için denk olmalı taraflar. Hayatın raconu bu anam!..." Şehnaz, oyunun'"yakıldığı" kadındır: "Kirloz sokak kedisi, Çöplük güzeli. Sarhoş mezesi. Aşifte şıllık, kaltak..." Anası babası belli değildir. "Çifte kavrulmuş bir aşk çocuğudur. Fahişe Şehnaz haksızlığa dayanamaz, cesurdur, merttir, açık sözlüdür, "erkeğin nazikine bayılır". Kendine kibar davranan, hanımefendi muamelesi yapan Müştak'a hemen âşık olur. Aynı gece kendine "kaltak" diye bağıran Zaptiye Âmiri'ne "Her kadın hanımdır" der. Aşkını kimseden gizlemeyen, uluorta açıklayan Şehnaz "iyi bir hanım olma" özlemi içindedir. İstanbul'a gelen Almanlar’a çalışmaktansa koğuşa gitmeyi yeğler; aynı tutumu Avusturyalılar'a karşı da takınır. Dil kurslarına, Ahlâk Mektebi'ne büyük bir istekle katılır, öğrenmek iyi bir insan olmak çabasındadır. Bu arada Müştak'a olan aşkı giderek alevlenir, onun "elinden tutmasına bile" razıdır. Zaptiye Amirinin şantajı üzerine, sevdiğini kurtarmak için onu kaybetme pahasına, "kötü kadın" rolü yapar. Öte yandan Âmir'den öç almayı da unutmaz.
Naile başka bir konumda savaşım vermeye çalışır ve -Şehnaz gibi- başaramaz, yazgısına boyun eğer. Bir kapıcı kızıdır, okumak, meslek sahibi olmak istemektedir. Ailenin, okulun, çevrenin bağnaz tutumu onu amacına ulaştırmaz. Sonunda Naile okuyamadığı gibi yalnız yaşamayı da becerememiştir. Gelişigüzel bir evlilik yapmış, üç çocuk doğurmuştur. Kocası kavgada ölmüş, kendi de bir konfeksiyon mağazasında çalışmaktadır. Yaşantısında başarabildiği tek şey, on yıl sonra buluştuğu okul arkadaşlarına "başarılı bir insan rolü oynıyabilmektir". Naile ezik bir kişidir, içine kapanıktır. Yaşamla barışık değildir, güzel şeyleri düşlemeyi bile yasaklamıştır kendine. Güzelliğini de gizlemektedir, "Kimse benim farkıma varmamalı”, der arkadaşına, "içimde bir polisim var benim, güzel olmayı yasakladı bana".
Zembul, ezilen başka bir tip; kendini kabul ettirme yollarıysa Naile'ninkilerden oldukça farklı. Onu Bilal Bey'in şizofrenik bakış açısından izleriz daha çok. Bilal Bey, 1930 yılları İstanbul'unda her alanda görülen karmaşıklığın, belirsizliğin tam ortasında düşsel bir dünya içinde çizilen bir paşa oğludur. Zembul'le uzun zamandır yaşamakta, onunla evlenmek istememektedir. Kadını sürekli olarak yalnız bırakmakla kalmayıp her fırsatta da hakaret etmektedir. Zembul, sık sık ağlayan, sızlanan, üstünü başını yolan, mahalleyi ayağa kaldıran bir kadındır. Oyun başladığında gebedir, doğurmaya kararlıdır, nikâh istemektedir. Bilal Bey, düşlerinde kendini aldatan, büyüler yapan bu kadını istemediği gibi çocuğun kendinden olmadığını iddia eder. Hiçbir suçlamayı kabul etmeyen Zembul amacına ulaşmak için şantaja bile başvurur. Sonunda, seferber ettiği ailesi ve yakın dostları aracılığıyla Bilal Bey'le anlaşır. Çocuğun kırkı çıktığında ayrılacaklardır. Raşitik doğan bebeği görmek bile istemeyen Bilal Bey kimliğini aldığı Muzaffer Seza'nın buyruğuyla mahalleyle birlikte kadınla çocuğu da havaya uçurmaya kalkar. Oyunun sonunda Zembul'le bebek kurtarılır.
Halide'nin serüveni bir kimlik arayışıdır. Önce kendi kişiliğini soruşturan bir kadının giderek içinde yaşadığı toplumun üstüne sorular sorması, yanıtlar araması. Halide, kendine toplumda bir yer edinmeye çalışan, "bir şeyler yapmak isteyen" bir kadındır. Aile içinde duyduğu bu kaygıyla atılan ilk adımı siyasal olayların verdiği rahatsızlık izler. Baskıya karşı tepkisinin artması toplumsal olaylarla daha yakından ilgilenmesine neden olur. Çevresinde olup bitenlere seyirci kalamamaktadır artık, doğurduğu çocuklar da ona yetmez. Daha başka şeyler yapabilmek, kendini, korkusunu aşmak ister. Meşrutiyetin coşkusunu çabucak söndüren düş kırıklığı genç kadını siyasetin ta içine sokar. Halide düşüncelerini eyleme geçirmeye başlamıştır: Yazılarını yoğunlaştırır, sıklaştırır. Eylemin içine girdikçe daha çok kararlı ve devrimci olur. Yazılarıyla da yetinmez, konferanslar, konuşmalar yapar. Artık halkın da yakından tanıdığı, tuttuğu Halide, eylemini "halkın içinden" sürdürmeye karar verir. Savaşımını sonuna dek götürür, Mustafa Kemal'in ilgisini çeker, takdirini kazanır. Oyunun sonunda görülen Halide, kendi kendiyle, tarihiyle hesaplaşmış, seyirciden yargılanmayı bekleyen bir aydın tipidir.
Yukarıda sözü edilen oyunların belirgin ortak özellikleri, günümüzde yazılmış olmaları ve 1985 - 1986 tiyatro mevsiminde İstanbul seyircisine sunulmaları. Yapıtların baş kadın kişilerine nasıl yaklaştıklarına bakılacak olursa ilk göze çarpan nokta, tümünün de azınlıktan olması. Şöyle ki, Roksolan, Hürrem Sultan hem Rus kökenlidir, hem de Sultan'ın sarayında yaşamak gibi bir ayrıcalıkları vardır; Halide içinde yaşadığı toplumun elit tabakasındandır; Şehnaz fahişelik yapar; kapıcı kızı Naile'nin okul arkadaşları yüksek sınıftandır. Zembul Yahudidir. Naile dışındakiler birer anne olarak çıkarlar karşımıza. Ama çocukları bir amaç uğruna, iktidar yolunda (Roksolan, Hürrem Sultan), ya da toplumda bir yer edinmek amacıyla (Zembul) araç olarak kullanırlar. Halide'nin analığı oyunda pek işlenmemiştir. Her ne kadar yazar, "yalnız kendi oğullarım değil, doğurmadıysam da rahmimde çığlıklarını duyduğum tüm oğullarım için acı çekiyorum" derse de yaklaşım daha çok romantik, ülküsel düzlemde kalır. Anneler öbeği aynı zamanda kurnazdır, hırslıdır, başarılıdır. Amacı için, her biri kendi doğrultusunda, bütün koşulları zorlar, engelleri korkmadan aşmaya çalışır, savaşmaktan yılmaz. Sonunda kazananlar onlardır: Hürrem Sultan iktidar olur, Halide kendine toplumda bir yer edinir, Zembul çocuk doğurur. Yapıtların baş kadınları arasında kahramanlık ağır basmaktadır: .Roksolan, Hürrem Sultan Halide'yle birlikte tarihsel kahramanları oluştururken, Şehnaz daha çok "halk" tipi bir kahramandır.
Yaşadığımız yıllarda yazılan, yaşadığımız günlerde İstanbul'un belli başlı tiyatrolarında seçilerek oynanan bu yapıtların baş kadın kişilerine genel bir bakış hiç de iç açıcı olmayan bir tablo çıkarır ortaya: Kadına yaklaşım daha çok hırs, kurnazlık, azınlık bağlamındadır. Analığın söz konusu olduğu yerlerde bu duygu, hırs için kurnazlıkla işlenen bir araç olarak kullanılır. Kahramanlar yeğlenir. Kadın çoğu kez, tek boyutlu allegorik bir kişi olarak ele alınır. Birey olarak yeterince çizilmez, belli belirsiz bir gölgedir. Toplumsal konumuna tek ve dar bir açıdan bakılır hep. Kimileri, (Roksolan, Hürrem Sultan, Halide) erkeğin dünyasında gibidirler ama aslında onun çok dışındadırlar. Cinsellik de gerçek anlamıyla yoktur: Roksolan, Hürrem Sultan, Zembul'de olduğu gibi, ya bir amaç için kullanılır, ya da Halide örneği, bir yana bırakılıp "erkek gibi savaşılır". Öte yandan Naile güzelliğini saklar, Şehnaz kendine kadın değil de insan gibi davranılmasını ister.
Kısacası, günümüzde çoğu yazarlarımızın yansıttığı, tiyatrolarımızın da seyircilerine göstermek üzere seçtiği oyunlardaki kadın kurnaz, hırslı, cinselliği ve analığı yok edilmiş bir türdür. Ele alınan çeşitli görünümlerden çıkan sonuç bu. Ama sıra seyircide şimdi. Bakalım bu denli umarsız bir bakış açısını onaylayacak mı, yoksa sergilenen kadın tiplerinin gerçek anlamda yaşarlık kazanmamış olmalarına tepki mi gösterecek. Son söz seyircinin!
  • YAYIN ADI:
    Günümüzde Kitaplar Dergisi
  • YAYIN TARİHİ :
    Kasım 1985
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,