5. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin 1993 Mayısı’nda çıkardığı katalogda yapıldı önce Öteki Tiyatro’nun genel tanımı: "Öteki Tiyatro, ödenekli ödeneksiz, kurumlaşmış her türlü tiyatronun dışında yer alan tiyatrodur." Ardından, yine aynı yazıda, çağın değişen gerçeklerine uyabilme ve bunları yetkin bir tiyatro diliyle seyirciye aktarma çabasından söz edildi. Öteki Tiyatro, tiyatro gerçekliği içinde kendi biçimini aramalı, kendi biçimini yaratacak olan özün peşinde koşmalıydı.
Aynı bağlamda, daha zengin bir oyun dili oluşturulmalıydı ve ele alınan konular tiyatro sanatının çok boyutluluğu içinde işlenmeliydi. Öteki Tiyatro'da dekor da sınırlarını aşmış, seyirciyi de içine alan uzama dönüşmüştür artık. Bu durumda – doğal olarak- seyircinin konumu da değişikliğe uğramış, seyirci, tiyatroda varlığını sürekli olarak hisseden ve hissettiren bir öğe olmuştur.
Önemli noktalardan biri de ele alınan konu yeniden biçimlendirilirken, ya da oluşturulurken, sahnenin plastik olanaklarını birer anlatım aracı olarak yeniden değerlendirebilmekti. Yazı 5. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde “Öteki Tiyatro” bölümüne girmiş olan oyunların birçoğunun tartışma götürür olmasından söz ediyor ve şöyle bitiyordu: “Bugünün Öteki Tiyatro’su budur. Yarınınkinin, daha etkin bir seyirci kitlesinin yönlendirmesiyle, çok daha ileri adımlar atacağının umudu ve beklentisi içindeyiz.”
Aradan geçen süre içinde, özellikle İstanbul'da, tüm maddi ve manevi engellere karşın büyük bir devinim yaşandı tiyatro dünyasında: O tarihe dek sayıları üçü geçmeyen ve tiyatronun sınırlarını zorlamayı hedefleyen topluluklara yenileri eklendi, değişik metin ve oyunculuk arama çabaları sürerken apartman katları, barlar, gece kulüpleri, diskotekler birer oyun alanına dönüştüler. Büyük bir heyecan ve coşkuyla işe koyulan ve hiçbir maddi beklentileri olmayan söz konusu topluluklar, çalışma yöntemlerinden ve sanatsal kaygılarından yola çıkarak kendilerini "Öteki Tiyatro” olarak adlandırdılar.
Ne ki madalyonun bir de öteki yüzü var.
Nicelik olarak bu denli gelişen topluluklar acaba niteliksel açıdan da aynı çizgiyi izliyorlar mı? Buna karar vermek için henüz erken ama yine de birtakım göstergeleri değerlendirmekte yarar var.
Her şeyden önce, “Öteki Tiyatro” adlandırmasıyla birlikte araştırmalarını kuramlaştırma ve bağlantılı olarak topluluklarını kurumlaştırma eğilimi gözleniyor çoğunlukta. Çalışmalarının çözümlenip yorumlanmasını ve zaman içinde, gerekirse , adlandırılmasını başkalarına (kuramcılar, eleştirmenler…) bırakmaktansa kendileri yapmayı yeğleyen topluluklar sanatçının işlevinin “yapmak”, kuramcının veya eleştirmeninkinin de “incelemek”, “çözümlemek” olduğunu unutmuşa benziyorlar. Öte yandan, adlandırmayla birlikte içine düşülecek bir başka tuzak da, Öteki Tiyatro kavramının amacına kesinlikle karşıt olan, kendini sınırlama, belirli bir kategoriye sokmadır.
Dikkati çeken bir başka nokta da, yeni biçem ve uzam arayışının, gereğinden fazla ağırlık kazanması, neredeyse temel ölçüte dönüşmesidir. Buna bir de, profesyonel oyunculuk gerektiren, metinsiz anlam üretme çabaları eklenince, başka bir deyişle, yazarın boşluğuna uzam ve oyunculuk gücüyle doldurmaya kalkınca, son derece yapay ve zorlama bir ürün çıkıyor ortaya; asıl önemlisi de tiyatro kendi kendinin amacına dönüşüyor. Oysa benzeri yaklaşımla yola çıkan bir tiyatro, ancak başarılı bir profesyonel oyunculukla, o da çok ender olarak, ilginç hatta büyüleyici birtakım durumlar yaratabilir. Ama bu durumlar ne denli çekici olursa olsun, yine de bir şeyin yokluğu duyulur sahnede; tiyatronun özü de o “şey”de yatıyor galiba.
Asal bir soru da, Öteki Tiyatro’nun kendi seyircisini bulup bulmadığıdır. Sahne ile seyirci arasında gerçek bir iletişim, karşılıklı yönlendirme, ya da ortak bir dil kurulabilmiş midir? Yoksa sahnede izlene bu farklı olma çabası yüzeysel mi kalmıştır?
Kanımca, adı ister Öteki Tiyatro olsun, ister başka bir şey, konuya daha geniş boyutta bakmak gerekir: Yaklaşım, çağdaş tiyatro şöyle ya da böyle olmalıdır diyerek önyargılarla yola çıkmak değil, tiyatro sanatının çoksesliliği içinde, herkesin kendi arayışını sürdürmesi, kendi yolunu bulması olmalıdır. Çehov, “Giderek sorunun yeni biçimlerde olduğuna inanıyorum” der. “Önemli olan, insanın hiçbir biçimi düşünmeden yazmasıdır. İnsan yazar, çünkü ruhundan öyle gelmektedir.”
Öteki Tiyatro’nun günümüzde düşündürdükleri ana çizgileriyle bunlar. Ancak serüven yeni başlamaktadır ve sorun tanıyı iyi koyabilmek, köklü bir özeleştiri yaparak durumu sağlıklı değerlendirebilmektir. Şunu da unutmamak gerekir: “İş karşıtını aramak değil, onun ötesinin peşine düşmektir.”
Kendi kendinin tuzağına düşmezse, Öteki Tiyatro epey yol alacağa benziyor.