Makale : Oyun Eleştirisi : Çocuk Tiyatrosu: Çocuklar İçin Tiyatro Yapmanın İlkeleri Olmalı
Çocuklar İçin Tiyatro Yapmanın İlkeleri Olmalı
Uzay Çağını yaşayan, televizyon izleyen, bilgisayarlarla oynayan çocuklara tam anlamıyla “masal okuyan”, onlara elli yıl öncesinin anlayışıyla, estetiğiyle yaklaşan oyunlar bunlar.
Şehir Tiyatrosu yapımı 'Pollyanna'nın (yöneten:Doğan Bavli) konusu hepimizin bildiği 'mutluluk oyunu oynayan' kızın öyküsü. Giysilerde olsun, sahne düzenlemesinde, oyunculuk anlayışında, sahnelemede olsun, seyirci hiç düşünülmemiş. Pollyanna’nın mutluluk oyununa çocuklar bile kanmıyor artık. Sıkıntılarından ya el çırpıp ayak sallıyorlar, ya da aralarında yüksek sesle konuşuyorlar. Gördükleri, yaşadıklarından o denli uzak ki!
'Akıl Makıl'ın (İdil Abla Çocuk Tiyatrosu, yöneten: Ercan Yazgan) masalı da bir başka çizgide. Akıl Adası’nın kraliçesi kundaktaki bebeğe “Akıl”lı diye kitap verir. Oyundaki güldürüler, televizyonda sık sık izlediğimiz, insana saçını başını yoldurtacak türden: Yüz buruşturmalar, göz kaş oynatmalar, Ortaoyunu düzeyini aşmayan yanlış anlamalar, arabesk taklidi, göbek atma, bir TV reklamı parodisi, erkeklerin kadın olmaları…Bunlar bir yana, 1984 çocuğuna hala “yamyam”dan söz ediliyor, sahneye kapkara, insan yiyen bir insan çıkartılıyor. Durup dururken akılla kitabın eşdeğer kılınması da çocuğu kitaptan soğutmaktan başka işe yaramıyor.

Diğerleri
Bu kümeyi oluşturan iki oyunun da çıkış noktaları, çocuk. Çocuk için yazılmış, çocuk için sahnelenmiş.
Küçük Nasreddin (Devlet Tiyatroları Yöneten: Faik Ertener), Nasreddin Hoca’nın beylik öykülerini, daha o küçükken başından geçmiş gibi anlatıyor. Oyun genel çizgisinde çocuk için amaçlanmasına amaçlanmış ama içinde öyle öğeler var ki, insan ister istemez, “yazarla yönetmen hiç mi çocuk tanımamışlar?” diye düşünüyor. Söyleşilerin, şarkıların, dansların uzunluğu, ne denli el kol hareketi yapılsa, atlanıp zıplansa da, uzunluktan hiç hoşlanmayan çocuğu sıkılmaktan kurtaramıyor. “Küçük Nasreddin”in serüvenleriyle birlikte bir geleneksel Türk Tiyatrosu bombardımanına tutuluyor seyirci: Kukla, Karagöz, Ortaoyunu kişileri. Bu kadar çok şey birden verilmek istenince seyirci iyice şaşırıyor, dağılıyor. Bir de bunlara çocuğu oyuna katma, bebek kukladan tavanda sarkan canlı kuklalara geçiş ve bunlara benzer başka çabaları da eklersek ortaya sahnede olup biteni kavrayamayan, hiçbir olayı ucundan yakalayamayan gariban bir seyirci imgesi çıkıyor. Genellikle oyunculuk düzeyinin yüksek olduğu yapıtta, çocuğa göre fazla görkemli bir sahne düzenlemesi ve giysi anlayışı var. Kadifeden, sırmadan ya da değerli kumaştan yapılma, düğmesine dek özenilmiş giysiler, en küçük ayrıntılarına dek çalışılmış panolar gerçek bir “prodüksiyon” havasında ama çocuk unutulmuş. Bunların yerine daha yalın, daha az yorucu, çocuğun oynarken yaptığı gibi yoktan var edebilecek, böylece “oyun” kavramını daha çok vurgulayacak, onun yaratıcılığına yönelik bir anlayış oyunculara da, seyircilere de faydalı olurdu.

En doğru yaklaşan oyun
Çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de seslenen bir yapıt “Oynamak İstiyorum”. Reha Bilgen’in sahnelemesiyle Ankara Çocuk-Gençlik Tiyatrosu’nca oynanıyor. İzlediklerimin arasında çocuğa tiyatro yoluyla en doğru yaklaşanı. Baştan şunu belirtmek gerekir: Diğer tiyatroların yapmaya çalışıp beceremediği, son derece yapaylaştırdıkları “çocuğu oyuna katma” eylemi yok burada. Onu daha çok seyirci yerine koyuyor, bir şeyler göstermeye çalışıyor. Böyle bir yaklaşım diğerlerine göre daha sağlıklı, çünkü en azından çocuğu sahneye çağırır gibi yapıp aslında onu oyuna katmayan, soru sorar gibi yapıp diledi yanıtı söyletenler gibi çocuğu düş kırıklığına uğratmıyor, daha çok ürkekleştirmiyor.
Bilinçle bestelenmiş bir müzik eşliğinde savsaklanmadan oynanan oyunda kalıtsal suç, güçlülük/güçsüzlük, şiddet/karşı şiddet, rekabet/dayanışma ve korku temaları işleniyor. Toplumsal ilişkilerin anababalar aracılığıyla çocuklara yansıması, bunların doğurduğu saldırganlıklar, bozgunculuklar, soyutlanmalar ele alınıyor. Çocukların giderek “yukarıdan” gelen buyruklara karşı düşüncelerini söyleyebilmeleri, kişiliklerini bulmalarıyla son buluyor. Oyunun başında sahnede bulunan atılmış eski eşya yığını çocuklarca değerlendiriliyor; en küçük parça bile çok işlevsel kılınıyor, her keresinde ayrı bir bütünü oluşturuyor. Çocuğa yaklaşım “Örnek büyük olma”dakinin tam karşıtı. Yeni bir dünya görüşünün, yeni sorumlulukların, yeni bilgilerin yolunu önceden kapayan, çocuğu istediği kalıba sokmak, yarının yapay insanının yetiştirmek olan  ereğin yerini burada çocuğa kişiliğini buldurma, kendi sözünü söyletme kaygısı alıyor. Birinde yetişkinlerin davranışları birer örnekçe niteliğinde getirilirken, diğerinde “yukarıdan gelen bir engelleme” olarak ele alınıyor.
Sonuç ne?
Çocuk yetiştirmenin nasal bilimsel ilke ve yöntemleri olduğuna inanıyorsak, çocuğa tiyatro yapmanın da çağdan çağa, toplumdan toplama hatta bir yaş kesiminden diğer yaş kesimine  değişen temel ilkeleri olduğunu benemsememiz gerekli artık. İzleyebildiğim oyunların çoğunda bunlar unutulmuş gibiydi:
-Dokuz oyunun altısı meslekten olmayan yazarlarca kaleme alındığı gibi dile, tutarlılığa, kurguya hiç özenilmemişti;
-Çocuk seyircinin özel konumu çalışmaların çoğunda göz önüne alınmamış, çevre düzenlemesi, oyunculuk baştan savılmıştı;
-Oyunlar çeşitli yaş kesimlerine göre hazırlanmamış, her yaştan çocuğa her tür oyun sunulmuştu.
Sonuç olarak, çocuğu ciddiye alıyorsak çocuk oyunlarını da ciddiye almalıyız. Çocuğa yaklaşırken kendi kendimizi doyurmayı bırakıp, onun doğrultusunda, onun yaratıcı  ve özgün çizgisinde olmalıyız.

(Bitti)
  • YAYIN ADI:
    Cumhuriyet Gazetesi
  • YAYIN TARİHİ :
    21 Mart 1984
*
*
aile, a. fugard, antigone, ast, a. vitez, anlatı, bilsak tiyatro, bilsak tiyatro atölyesi, b. karasu, b. necatigil, birey, brecht, boulgakov, baskı, birey olma, bir halk düşmanı, beden, bakış, bakan, bakılan, baktırma, büchner, chéreau, cinsellik, claudel, çağdaş türk tiyatrosu, çağdaş tiyatro, çocuk/birey, çehov, çocuk oyunları, çocuk tiyatrosu, çağdaş sahne tasarımı, dil/beden, damıtılmış kırmızı, doğu-batı uygarlığı, dil/düşünce, düş/gerçek, dil ve düşünce, dram, danton'un ölümü, doksanüç, dil, dramaturgi, dramaturg, dostoyevski, dekor, dil arayışı, ellen stewart, eylem/özgürlük,